Ülkemizin en önemli problemi yalnızca ekonomik sorun veya dış siyaset vs. değildir. Birçok sorunla boğuşan son dönemde hamleler yapan ülkemizin en önemli sıkıntılarından birisi de nitelikli eleman yetiştirme konusunda ki acemiliği 40-50 yıldır üstünden atamamış olmasıdır.
Yazının başlığına bakarak eleştiri konusunun yalnızca 4+4+4 sistemi olduğunu sanmayın. Asıl eleştiri bu sistemden ziyade bu ve bundan önceki sistemlerde de olsun toplam eğitim süresinin uzunluğunun neticesidir.
Yani bir çocuk ilköğretimden başlayarak 12 yıl sonunda hangi sıfatla topluma kazandırılıyor?
Şahsım bir yüksek öğretim üyesi olarak bu konuda almış olduğum eğitim süresi ile ilk ve orta öğretim süresini karşılaştırdığımda ortaya vahim bir sonuç çıktığını gördüm.
Şöyle ki 4 yıl üniversite hayatına (lisans eğitimine) ilaveten uzmanlık sayılan 3 yıl master programının yanısıra normal süresi 5 yıl olan doktora programı tamamlandığında, bir kişi toplam 12 yılda “doktor” ünvanını kazanarak akademik ve ilmi bir unvan elde ediyor.
Peki 12 yıl sonunda ilk ve orta eğitim alan kişi mezun olduğunda ne sıfatına sahip oluyor? Aslında sorunun çözümünün bir kısmı bu sorunun cevabında yatıyor.
Demek istediğim 12 yılda bir kişiye ilmen doktor ünvanını veriyorsunuz, ama 12 yılda bir çocuğu bir sıfata sahip olmadan eğitiyorsunuz. Mezun olan yalnızca üniversite için giriş sınavına hazırlanmak gayesini güdüyor. Toplum üniversiteye gitmeyen bir lise mezununu artık bir hiç olarak algılıyor. 
Bakıldığında sorun 1960’lardan itibaren başlıyor. Atatürk döneminde savaştan çıkmış bir toplum olarak ilk ve orta öğretimin önemi kuşkusuz büyüktü. Ancak savaştan 30 yıl sonra İnönü dönemi ile başlayan umarsızlık yıllarca sürmüş ve yalnızca adında eğitim olan bir kurum haline gelen Milli Eğitim Bakanlığı rutin bir vazife üstlenmiştir. Öğretmen atamaları ve ders müfredatı…
Yaklaşık 15 yıldır bir dönüşüm geçirilmek istenen eğitim hususunda şimdi ki hükümet veya bir önceki hükümet iyiniyetli bir takım hamleler yapmasına rağmen bazı yerlerde tıkanıklıklar yaşamaktadırlar.
Aslında bu tıkanıklığın çözüm yolu basit. Eğitim hususunda toplumun görüşleri alınarak bir eğitim anayasası oluşturulmalı ve etkinlik sağlanmalı. Artık toplumun devletten dışlanması sorunu aşıldı görünüyor. Bu avantaj durumunda yalnızca milli eğitim bakanlığında yer alan bir kurulun toplumun eğitimi hususunda karar verici olması şaşırtıcı olmaktadır.
Şu anda Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı değerli bir bilim adamı olan Doç.Dr. Yusuf Tekin beyefendidir. Yusuf Bey arkadaşları ile birlikte önemli icraatlara imza atacak görünüyorlar. Görünüyorlar diyorum çünkü göreve başlayalı 5 aylık bir süre oldu. Kendisinden beklentiler oldukça büyük. Muhakkak elinde sihirli bir değenek yok. Ancak önemli bir süreci başlatmak oldukları çalışmalarından belli oluyor. Umarız Yusuf Bey şu anda ülkenin konjonktürel sürecinde yaşanan olumlu siyasi hava ile istediklerini başarır.
Fakat yine tekrar etmekte fayda var; toplumun ne istediğini bilmeden 1982 anayasasında olduğu gibi bir avuç kişinin artık millet adına karar vermesi yerine, toplumun görüşlerine de önem verilerek “eğitim” hususu ele alınmalıdır.
Bu konuda yalnızca öğretmen atamaları ile gündeme gelen bir istihdam kurumu niteliğine sahip olan Milli Eğitim Bakanlığı, yapacağı toplumsal diyaloglar neticesinde topluma karşı tarihi görevini yerine getirirken tarihteki yerini de unutulmayacak şekilde alacaktır.