En özellerimizden…
Zaman zaman ailemizden ve en yakınlarımızdan bile sakladığımız sır dolu sayfalar…
Belleğimiz, benliğimizden kırıntılar…
Kendimizle yüzleştiğimiz satırlar..
Ve her yılbaşı promosyon olarak dağıtılan birbirinden alımlı takvimli defterler…
Cemil Meriç'in jurnalleri, Yahya Kemal'in karalama defteri…
Bizim nesilden hemen herkesin vardır bir ajandası… Yahut ömründe özel bir yeri olan bir defteri, günlüğü…
Bendeki ajanda sevgisi, cebindeki "lastikli cep defteri"ne özenle şiirler yazan ve takvim yapraklarının arkasındaki bilgilere benzer notlar tutan dedemden gelir.  Dedemin kırmızı veya siyah deri kaplı, küçük hacimli cep defteri günlüğüydü aynı zamanda… Yaşadığı veya tanık olduğu önemli olayları, yaptığı alışverişleri, evlâtlarını, akrabalarını, kısaca sergüzeşt-i hayatını bu defterde bulabilirdiniz. 
Dedemin birkaç tane bitmiş cep defteri vardı. Her defter bir risaleydi adeta, ansiklopedinin ciltleri… Dedem Hacı Seyfettin rahmetli olunca defterlerini elde etmek için büyük çabam oldu.  Elde ettiğim defterlerin bazısı Osmanlı Türkçesi ile doldurulmuştu. Sahip olduğum en değerli kitaplar, eğitmen olan dedemin defterleridir, diyebilirim.
Ajandayı ajanda gibi kullanamazdık pek… Yani ajandanın sayfalarındaki tarihlere riayet etmezdik…
Bizde daha çok ders ve hatıra defteri olarak kullanılan ajandaya ilk defa ne zaman sahip oldum tam olarak hatırlamıyorum. Ancak ortaokuldayken dedemin defterlerinin hemen hemen aynısından cebime koymuş dedeme öykünerek beğendiğim mısraları ve takvim bilgilerini eklemeye başlamıştım bile.
Belki de ilkokuldayken arkadaşlarıma ve öğretmenime karalattığım hatıra defterini ilk ajanda saymalıyım.
Babamın ticarethanesinde üretici firmaların gönderdiği yılbaşı ajandaları için kardeşlerimle kavga ettiğimiz gelir aklıma… Keşke kardeş sayısı kadar ajanda gönderseymiş firmalar… 
Defter mi yok, elbette var. Ancak ajandaların yeri ve karizması başka… Bezli, meşinli, suni derili, telli ve biyeli ajandalar… Okula herkes gibi klasik defterle gitmek nere, ajandayla gitmenin kazandırdığı statü nere? Elden kaymazdı, avuca "cuk" diye otururdu ve taşıyana bir iş adamı havası katardı. İnsana güven verirdi.
En gıcık ajandalar, her sayfasında firmaların çeşitli fotoğraf ve reklamlarının olduğu ajandalardır. Böylesi ajandaların sayfasında yazılarınız iliştirilmiş bir yama gibi dururdu. Her ne kadar ajandanın takvimine göre hayatımızı planlamasak da, büyük bir lütufla verildiği halde tarihi geçmiş, evvelki yıllara ait (elde/evde kalmış) ajandaları da pek sevmezdim… 
Sadece ben değil, sanırım Türk halkı olarak ajanda kullanmayı pek beceremiyorduk, tüm ajandaları amacı dışında kullanıyorduk. Kaçımız özel günlerimizi, önemli randevularımızı; günlük, haftalık ve aylık iş planlamalarımızı, toplantılarımızı, hedeflerimizi kaydettik ajandalara?
Yine ortaokul sıralarında babamdan aşırdığım ajandaların ilk sayfasındaki kişisel bilgileri büyük bir özenle doldururdum… Hem keyifle hem buruklukla… Ad-soyad, adres, kan grubu, telefon no, araç plaka, sicil… Keyifle, çünkü bir iş adamı havasına girerdim o sayfada; buruklukla, çünkü istenilen bilgilerin çoğu bende yoktu ve o bilgi alanlarını ya boş bırakırdım ya da uydurma bilgiler yazardım o sayfalara… Bir an önce büyümeyi ne çok isterdim. 
Bir yerde okumuştum "Ajanda, ilk sayfadaki bilgiler yazıldığı andan itibaren bekâretini kaybetmiştir artık!" Ne kadar doğru söylemiş söyleyen… O ilk sayfa dolduruldu mu, başka kimse o ajandanın yüzüne bakmazdı…
İlk şiirlerimi yazdım onlara..
Hatırlarım 1983 depremiyle ilgili bir destan yazmıştım küçük yaşıma rağmen… Sonra Bulgarların Türklere uyguladığı soykırımla ilgili… Defterimde çok sayıda ilahi ve gazel vardı ve hepsini ezberlemiştim. İlk aşk şiiri denemem de ortaokul sonda oldu… Ablam o şiiri ihtiyarım dışında görünce yüzüm nasıl da kızarmıştı… Sanki bir ahlâksızlık yapmıştım… Öyle hissetmiş ve utanmıştım…
Lisede defter taşıyan öğrencilere inek gözüyle bakılırdı, ya dosya teksir, ya ajanda taşınmalıydı. Delikanlı öğrenci olmanın raconunu öğreniyorduk… Tüm dersler aynı defterde. Ajandamız kartvizitimizdi. Ajandalarla fişliyorduk birbirimizi… Ajandasına bak, babasının ne iş yaptığını anla… Ticarethanemizin olduğu Sanayi'deki komşu esnafların ve her gün en az günde iki kere bindiğimiz dolmuşçuların tesiriyle olsa gerek, bizde Orhancı olmuştuk. Orhancılar ağırbaşlı, efendi olmalıydı. Ferdiciler biraz kırılgan, kibar ve yumuşak olurdu. Ferdi Tayfur'un bir erkek olarak ağlamaklı sesinin bunda etkisi vardır, diye düşünüyorum. Müslümcüler de ya sarhoş ya bedbin ya pervasız… Neyse efendim lisede tanıdığım Orhan Gencebay'ın tüm filmlerini seyretmek ve kasetlerini elde etme hastalığına düşmüştüm ki ajandamı Orhan Gencebay'ın fotoğrafları ve şarkı sözleri şenlendirmeye başlamıştı bile… İçimizdeki sevgiyi Cemal Safi'nin şiirleriyle -ki Orhan Gencebay'ın Cemal Safi'nin şiirlerini bestelerdi- dışa vurmaya başlamıştık… Sonra Mehmet Âkif ile derinlemesine tanışma ve yoğun Safahat okumalarım başladı… Ajandamda Safahat'tan şiirler, mısralar…
Böylelikle dedemden sonra Mehmet Âkif ile Orhan Gencebay ruh dünyamda derin tesirler bırakan şahsiyetler olarak girdiler hayatıma… İkisinde de başkaldırış, özgünlük ve yerlilik vardı.
Bir gün kendimi yazmıştım. Belki kendime ilk defa dışarıdan bakmayı keşfetmiş ve bu durumu ajanda sayfalarına kaydetmiştim. Ruh profilimi çözümlemeye gayret etmiş, kendimin nasıl biri olduğunu, zevklerini, hassasiyetlerini, asabiyetini, hayattan beklentilerini ve hedeflerini, eksikliklerini sorgulayarak yazmıştım…
Sonra şiirlerim su gibi akmaya başladı. 
Yer yer hüzünlü şiirlerim ıslattı ajanda sayfalarını..
Üniversiteye başlarken içinde duyduğum ve okuduğum güzel sözlerin, okuduğum kitaplardan alıntıladığım pasajların olduğu ajandam vardı.
Hafızam olmaya başlamıştı ajandalarım.
Üniversitede ajanda sevdam artarak devam etti.
İşletmede okuyan arkadaşım Metin Öz'ün hediye ettiği deri ciltli, kendinden kemerli ve çıtçıtlı kahverengi ajandamı hiç unutamam… Bu güzel cilt hiç eskisin istemedim. İçindeki ajanda bitince, yeni aldığım ajandaların kalın kapaklarını yırtar çıkarır, bu kahverengi deri cilte yapıştırırdım ajandanın içini, sayfalarını… Böylelikle çok sevdiğim ajanda hep elimde kalırdı.
Artık, ajandamda hayata dair bildirilerimi bulduğum yazarları ağırlıyordum. Kimler yoktu ki:
Necip Fazıl, Mevlâna, İsmet Özel, Cemil Meriç, Hegel, Âşık Sümmanî, Kant, Sadî, Peyami Safa, Yunus Emre, Kafka, Ömer Hayyam, Namık Kemal, Cenap Şahabeddin, Ziya Paşa, Fuzulî, Arif Nihat Asya, Cemal Süreyya, Bediüzzaman Said Nursi, Nazım Hikmet, Yusuf Has Hacib, Goethe, Tolstoy, Dostoyevski, Nietzche, Aristo, Gazali ve daha nice bilge kişiden anekdotlar, sözler, şiirler, mısralar…
Ajandalarımın hiçbirini tam olarak bitiremedim. İlk sayfalarını daha bir aşkla ve özenle doldurduğumu fark ettim sonra… Kişisel gelişimime tanıklık etti ajandalarım, hep yanı başımda oldular. İlk şiir kitabım da bir yine kitap olarak gördüğüm bir ajandamdı.
Artık internette kişisel yönetim ajandaları var. Blog siteleri...…
Zaman değişti...…
Ajandanız hiç bitmesin efendim… Ömrünüz gibi uzun olsun… Sağlıcakla...