Türkiye’nin içinden geçtiği badireler, maceralar, harika yüzyıllar yaz yaz bitmez.
Türkiye’yi siz içinde bulunduğumuz son devletimiz, Cumhuriyetle başlatırsanız yanılırsınız.
Türkiye Devleti; Oğuzlardan başlar! (Belki daha gerilere de gidebiliriz, bu yazıda bununla yetinelim.)
Kayı Boyu’yla, Kınık Boyu’yla sürer.
Birinden Osmanlı adı altında, diğerinden Büyük Selçuklu namıyla Türkiye’nin kökleri çıkar.
Bunu da nereden mi çıkardım?
İkisinin de kurucuları ve sultanları, hakanları, padişahları Oğuz’ların çocukları, torunları da onun için.
Arada başka Türk Devletleri de var elbette.
Ve belki de ne yazık ki demeliyiz mazisi bin yıllara dayanan Türkiye, hep birbiri üzerine kurulmuş.
Yani biri diğerini yıkmış ve topraklarında yeni Türkiye’yi kurmuş.
Daha da açayım mı meseleyi?
En iyisi bir örnek verelim zira yakın tarihle ilgili iki kelam etmek lazım, ona da yer kalsın.
Çaldıran’da…
O büyük zaferin kazanıldığı meydanda, Yavuz’un karşısında kim var?
Şah İsmail!
Bu iki büyük ordunun neferleri, komutanları, sultanları kimlerden oluşuyor?
Türklerden!
Yanlış anlaşılmasın sadece Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı Ordusundan bahsetmiyorum.
Şah İsmail’in Safevi Devleti’nin kökleri de Türk.
Bu savaşın pek çok nedenleri yanında en önemli nedeni Osmanlı’nın Sunni, diğer tarafın Şia mensubu olması.
Elbette cihan hükümdarlığı meselesi, dünyaya söz geçirme çabası da bu gerekçelerin arkasında duruyor.
Her neyse bizim bu meseleyi açmaktan muradımız, sözün başında kurduğumuz cümleye temel teşkil edecek bir kaç kelam içindi…
Türkiye’nin içinden geçtiği badireler, maceralar, harika yüzyıllar yazılarak bitmez.
Öyle köksüz bir devlet değiliz anlayacağınız.
Ancak Cumhuriyet döneminde ihtilallerle, darbelerle bizi köksüz gösterme çabalarının çok ciddi boyutlara ulaştığını görüyoruz.
1960 ihtilali merhum Menderes ve arkadaşlarının canına kast etti.
1980’de Evren, bu Türkiye’nin genç civanlarını bir sağdan, bir soldan diyerek katletti.
28 Şubat Türkiye’yi köklerinden koparma operasyonuydu ve az kalsın başaracaklardı.
Türkiye, inancıyla, tarihiyle, gelenekleriyle özgür, onların sandığı gibi batının bıkıp usandığı ve üzerinden atmak için çabaladığı sözde özgürlük martavallarıyla değil.
Yüzümüzü batıya dönmeliyiz sözü 28 Şubat’larda bizi bizden koparma hainliğinin janjanlı ifadesiydi.
Oysa Oğuz Han’dan bu yana Türkiye hep batıya doğru hareketlenmiş ve yurdunu sürekli batı istikametinde genişletmiştir.
Aklımız, fikrimiz de batıya dönsün diyenlerin hakikatten uzaklaşan batının düştüğü gayya kuyusuna bizi itmekten gayrı bir dertleri olmadığını nicedir çok açık görüyoruz zaten, teferruata lüzum yok.
En son dışardan bu işi bitiremeyeceğini milletin feraseti karşısında uzaktan kumandayla, ekonomik korkutmalarla bu işi çözemeyeceklerini anladıklarında, işte o meşum günü getirdiler karşımıza…
15 Temmuz hainliği!
Allah’ın yardımıyla onu da savdık başımızdan çok şükür!
Çünkü Allah, hainleri sevmediğini söylüyor.
Durdular mı; hayır!
Duracaklar mı; asla!
Peki biz ne yapacağız?
Binlerce yıllık Türkiye sevdamız için gerektiğinde canımız vermekten yine kaçınmayacağız.
Yeni bir uğursuz girişim olmasın diye bu bayrağın altında bütün ırk, mezhep, gelenek kaygılarımızı bir kenara bırakıp aslanlar gibi direneceğiz.
Gazamız mübarek olsun!