Aşkı yazmak hangi şaire nasip olmuş, hangi yazan yazabilmiş, hangi yazılan aşkı anlatabilmiş, hangi anlatılan aşk olmuş bilene; aşk olsun?
Şair ve şiir, şairin şiiri, şiirin şairi olmak bir derinliğin ifadesi ile helezonlarla göklere yükselmek!
Aşığın ölümü, şairin ölümü, şiirin ölümü; dünyanın ölümü diye tanımlamak çok mu abartılı olur? Bir şairin ölümüne ağlayan karalar giyinmiş begonyalar, manolyalar, daha goncada siyah çiçekler, papatyalar, kapkara yoncalar!
Aşığın ölümünde sızlanan şair, şairin ölümünde ağlayan aşk, şiirin ölümünde kara bağlayan gönüller, hep kimsesiz ve ne kadar yalnızlar!
Kimisi Mona Roza’da; kimisi Leyla ve kimisi Mihriban’da; kimisi elli yıllık kuyu diplerini mesken eylemiş esir yüreğine!
Kimisi yüreğini forsaya çakmış; çektiği her kürekte ellerinin altına sardığı parça parça kalbiyle asılıyor küreklere; kayıkçı rollerinde sevgiliye doğru!
Aşk gözlerde başlar, kalplerde birleşir; dudaklarda sabitleşir ya! Hiç düşünen oldu mu; aşk ne zaman ölür? Kavuşunca aşk ölür mü, aşkın seyri değişir mi, değişmez mi bilinmeyen denklemlerin içindeki yerini alır, alır almasına da denklemlerin aşkını aşkların denkleriyle devenin sırtına vursan nasıl taşır sorusu başka bir denklemin konusu!
Aşk, şairin ölümüyle ölür! O ölen aşk yücelerde yankılanır, yankılarda çalkalanır, çalkalandıkça mayalanır ve mayalandıkça aşklanır! Arşlarda aşkınız varsa; aşk gözüyle gördüğünüz aşklar, aşk badesine batmış, abu hayat tatmış işte o tertemiz saf gönüllerin ıstırap yüklü kutsal yolculuklarının göklere düşen tezahürüdür!
Aşk kalbe konan ilahi yazılım! Kalbe saklanmış şifrelerde aşk! Aşkı kalpte saklamak için kim bilir ne kadar berelemek gerek! Berelerde sızılara göğüs germek gerek! Göğüslerde sızıyı dindirmek için rüsvalık gerek! Bunun için yaralılarda rüsvalık, rüsvalıklarda aşkı görmek gerek!
Aşığa saz gerek, saza Veysel, Veysel’e saz gerek!” Ben gidersem, sen kal dünyada, gizli sırlarımı aşikâr etme” dediği saz gerek! Çocukluğumdan beri merak ettiğim Veysel’in sırrını ahrette ilk karşılaştığımda soracağım büyük Ustaya!
Aşk, sır demek! Sırrını açığa vermek; aşk demek! Aşkın sırrı mı olur; sırda aşk saklanır mı; elbet bilemeyiz ama aşkta delik deşik olmuş bir yürekte kan biriktirmek gibi aşkı saklamak! Hele bu kalpteki aşkın kanının gözlerden katre katre beyaz zambaklara damladığına şahit olmadınızsa; aşktan bihabersiniz demektir!
Veysel’in sırrı, Karakoç’un Mihriban’ı, Nazım’ın sırtını döndüğü gene de saatine yazdığı adıyla Piraye, denklemin sürpriz ismi Vera ve bir Kleopatra, zavallı Aspasya, uğruna savaş yapılmış kadın; Helena ve nihayet Sezai’nin sürgünü yahut Mona Roza! Hepsi ayrı vurgun yemiş, yediği vurgunla ölümsüzleşmiş, ölümsüzlükle aşktan söz edebilmişler.
Aşkla ilgili bazı sözler vardır; “Aşk elma şekeri gibidir, yersin elinde odunu kalır” gibi. Bu söz âşık kelamı değildir, züğürde bonus olarak düşünür; geçerim!
Aşk bilmeyene ateşi suzan, ateşi suzana bir giriftar adayı, adaya akıl, akla sabır, sabra cemil, hayata anlam, anlama mana, manaya derinlik, derinlikte dert, dertte zulüm, zulümde neşe, neşe de aşk, aşkta rüsvalık, rüsvalıkda aşkın çile kreması umut, umutta ümitsizlik ile ve aman aman; kendinize kıyın yâda kıymayın; aşkla kalın!