DOĞUTÜRK
2012-05-30 08:25:45

Atatürk ve Erdoğan’ın Millet Tanımı

Prof. Dr. Zübeyir SALTUKLU

zubeyirsaltuklu@hotmail.com 30 Mayıs 2012, 08:25

Başbakan Erdoğan, Ankara Spor Salonu'nda düzenlenen Türkiye 2. Gençlik Şurasında yaptığı konuşmada millet anlayışı hakkındaki görüşünü ortaya koyarken sık sık Atatürk’e vurgu yaptı. (21 Mayıs 2012 günkü Erzurum Gazetesi).
Ben de sizlere Atatürk’ün ve Erdoğan’ın millet anlayışını kendi ifadelerinden vererek değerlendireceğim. Bunu yapmadan önce Farabi’nin kayda değer insan toplulukları hakkındaki sınıflandırması üzerinde durmak istiyorum.
Farabi insan toplulukları eksik ve tam topluluk olarak ikiye ayırır. Ev, sokak, mahalle ve köy kendi içerisinde bir topluluktur ancak eksik bir topluluktur. Bu eksik toplulukların belli amaçlar çerçevesinde bir araya gelmesinden oluşan düzenli, kurumlu ve kuruluşlu topluluğa tam topluluk denir. Eksik topluluklar tam toplum olunca bir devlete kavuşurlar. Medine / beylik, tabii bir topluluk değil, iradi bir topluluktur. — İradi olmayan tabii topluluklara Fârâbî, behimi (/canlı düzeyde kalan) topluluklar adını vermektedir. İlleşmiş /il tutmuş yani iradi olarak siyasi teşkilat kurmuş topluluklar “en üstün yetkinliğe” oymaklar/aşiretler de dâhil eksik bir toplulukta değil ancak tam topluluklarda -öncelikle Medine/Devlet/İl’de- ulaşabilirler. Farabi’ye göre tam olmayan yani, kabile, boy ve aşiret boyutunda kalarak tamamlanamayan eksik topluluklar devletleşmeden de medenileşemezler. Medinelileşmek doğrudan siyasi bir birlik anlayışına ulaşarak devletleşmekle olur. Hukuk yaratamayan, illeşemeyen toplum insanlık hanesinde eksik toplum olmaya devam eder.
Mustafa Kemal Atatürk de kendi el yazısıyla İlleşmeyi/Devletleşmeyi şöyle tanımlamıştır: “Türk kavmi yukarıda söylediğimiz gibi, çok büyük bir sahada vücut bulmuş ailelerin birleşerek Sop (Klan), Sop’ların birleşerek Boy (Kabile), Boy’ların birleşerek Öz (Aşiret) ve Öz’lerin birleşerek siyasi bir cemiyet olan El (Medine) ve en nihayet El’lerin bir merkezde birleşmeleriyle büyük bir camia vücuda getirmiştir.” (Afetinan, Medeni Bilgiler, 1969, s. 20).
Atatürk millet tanımını ise şöyle yapar : “ Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan; Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan; ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden vücuda gelen cemiyete millet namı verilir.” (Afetinan Medeni Bilgiler, s.23,24.).
Erdoğan’a göre millet, “Dilin de inancın da etnik kökenlerin de çok çok üzerinde, daha kapsayıcı bir kavramdır. Millet, kendisine vatan bildiği topraklar üzerinde, aynı bayrağın altında, aynı idealler, aynı hedefler doğrultusunda, gönül birliği içinde geleceğe yürüyen insan topluluğudur.” Konuşmasının devamında millet anlayışını daha da genişleterek: “Derisinin rengi her ne olursa olsun, konuştuğu dili, dini, mezhebi her ne olursa olsun, kendisini bu topraklara, bu toprakların tarihine ait hisseden, bu toprakların bugününe ait hisseden herkes, bu milletin bir ferdidir… 19 Mayıs 1919'da, Amasya'da, Sivas'ta, Erzurum'da, 23 Nisan 1920'de, Ankara'da Millet Meclis'i açılırken, 29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti kurulurken kast edilen millet kavramının üzerinde tekrar tekrar düşünmek gerekir. Bizim millet anlayışımızda dışlamak, ötekileştirmek imkânı yoktur. Tam tersine kucaklamak vardır, kardeşlik vardır, bütünleşmek vardır. Tekrar ediyorum, 19 Mayıs 1919'daki millet kavramı da budur, 23 Nisan 1920'deki millet kavramı da budur, 29 Ekim'deki kuruluşun millet kavramı da budur, işte budur gençler.Siz, 19 Mayıs ruhuna, 23 Nisan ruhuna sımsıkı sahip çıkacaksınız. Siz, Kurtuluş Savaşı'ndaki, Cumhuriyet'in kuruluşundaki o ruha, o felsefeye, o anlayışa sımsıkı sahip çıkacaksınız ve siz bu ülkede 75 milyonun bir, beraber ve kardeş olduğu gerçeğine en güçlü şekilde sahip çıkacak, o gerçeğin sarsılmasına asla ve asla müsaade etmeyeceksiniz.” der.
Birisi devlet kurucusunun millet tanımı, birisi de kurulmuş devletin Başbakanının millet tanımı. Analitik düşününce bu iki millet tanımının birbirinin aynı olduğunu görürüz. Çünkü Erdoğan hep Milli Mücadele yıllarına vurgu yaparak Atatürk’ün millet anlayışını paylaşmaktadır. Her iki millet anlayışı da birleştirici ve kapsayıcıdır.
İnsanlığın geldiği noktadan geri giderek tam toplumdan eksik, hazari iken bedevi, medeni iken gayrı medeni olmaya heves etmek anlaşılır şey değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi üst erdemler üzerinedir. Bir kabileye, aşirete, zümreye ve kulübe mensup olmak bir erdem değildir. Binlerce yıl insanlığın ulaştığı gerçek erdemlerden pay almadan aşağı düzey sanılı yani gerçek olmayan erdemlerle avunmak insanlığın ayıbıdır. Bu ülkenin erdemlerine katkıda bulunmadan ve pay vermeden pay isteyenler haksız bir istekte bulunmaktadırlar.
Milli Şairimiz Akif Safahat’ında, İslam toplumlarının, İslam’ın kaldırmaya çalıştığı cahiliye dönemi kabile asabiyetini İslam adına sürdürmeye ve bu düşünceye geri dönmeye çalışanlara itiraz eder. 
İslam ülkeleri içerisinde ülkemizden başka kabile asabiyetini aşarak modern bir devlet ilkelerini kendine ilke edinmiş bir başka ülke yoktur. Bu ilkeleri içerisine sindiremeyenler acaba Yüce Türk Milleti’ni hangi ilkelerle avutacaklar.
Bugün ya İslamiyet’in ya Marksizm’in ya da insan haklarının arkasına sığınılarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini aşağı düzey ve erdemlere dayanmayan bir devlet felsefesi anlayışı içerisinde görmek; ya bilgisizliğin, ya da art niyetin eseridir.
Modern bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti kabile asabiyeti üzerine değil, insanlığın ulaştığı üst değerleri kendine temel yaparak tam, medeni bir siyasi yapılanma üzerine kurulmuştur. Devleti kuran temel irade, toplumun önüne muasır medeniyetin tüm erdemlerinden pay almayı ve ona pay vermeyi hedef olarak koymuştur.
Devlet yönetiminde bulunan akıllı, bilgili ve vicdan sahibi olanlar Atatürk’ün toplumunu ulaştırmak istediği hedeflerin hangisini beğenmezler bilmem! O, toplumunu ulaştırmak istediği hedefleri şöyle belirler: “İnsanlar daima yüksek, temiz ve kutsal amaçlara yürümelidir. Bu hareket şeklidir ki insan olanın vicdanını, beynini ve bütün insani kavramını tatmin eder. Bu şekilde yürüyenler, ne kadar büyük özveride bulunurlarsa, yükselirler ve bu hareket şekli kesinlikle açık olur. Çünkü alnı açık, beyni açık, kalp ve vicdanı açık insanlar tarafından yönetilen toplumlar, ancak bu anlamda hareketlerin izleyicisi olabilirler… Bizim yüzümüz, her zaman temiz ve lekesiz idi ve daima temiz ve lekesiz kalacaktır. Yüzü çirkin, vicdanı çirkinliklerle dolu olanlar, bizim vatanseverce, vicdanlıca ve namusluca hareketlerimizi, küçük ve çirkin tutkuları yüzünden çirkin göstermeye kalkışanlardır… Milleti yönetmede ilkemiz, milletin ortak ve genel fikir ve eğilimlerine uymaktır. Bu fikir ve eğilimlerin gerçek ve önemli olabilmesi, milletin maddi ve manevi gereksinim kaynaklarından gelmesine bağlıdır… Yüzyıllardan beri Türkiye’yi yönetenler çok şey düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şey düşünmemişleridir: Türkiye’yi! Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk milletinin uğradığı zararları ancak bir şekilde karşılayabiliriz. O da, Türkiye’den başka bir şey düşünmemek! Ancak bu düşünüş biçimiyle hareket ederek her türlü kurtuluş ve mutluluk hedeflerine erişebiliriz… Milli siyaset dediğim zaman, amaçladığım mana ve anlam şudur: Milli sınırlarımız içinde, her şeyden evvel kendi kuvvetimize dayanıp varlığımızı koruyarak millet ve memleketin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak… Genel olarak erişilemeyecek hayali emeller peşinde milleti uğraştırmamak ve zarara sokmamak… Uygar dünyadan, uygar ve insanca davranış ve karşılıklı dostluk beklemektir… Komşuları ile ve bütün devletlerle iyi geçinmek, Türkiye siyasetinin esasıdır… Türkiye Cumhuriyeti’nin en esaslı ilkelerinden biri olan “Yurtta barış, dünyada barış” amacı, insanlığın ve uygarlığın refah ve ilerlemesinde en esaslı etken olsa gerektir. Buna elimizden geldiği kadar hizmet etmiş ve etmekte bulunmuş olmak, bizim için övünülecek bir harekettir.” Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 2005, s.355–450.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.