Tırhıcın arkasından seslendi erine. “Beg beggggg! “ Mesli ayagını lastige gecirmeye calısan Daştan Emi:
“ Bu lastik sıhir yenisini almam lazım ” diye kacıncı kez düsünürken bir yandanda hanımına seslendi “Az bi dur..” Lastigi zar zor gecirdi.
“Ne var, ne oldi” “Avu bacayi küri ele get” “Ben mi kürüyecem. O itoğlit neydir?” “Canım cıha onun hali ne arir. Zeten heste...” “He he aman oğlan kıyma. Getir küregi” Tırhıcın aradan küreği uzatır.
“Ölmüşlerimizin heyrine Hafize Anan’ında bacasıni elin deymişken at.” “Veyyyy” “Veyy deme ! ne işin var kahveye azcıh geç git. Sevaptır.”
Bir şey diyemedi. Demezdi de zaten. Hafiza Ana tek yaşar oglu usagı gurbetteydi. Ama bütün mehelle onun hem oglu hem uşagıydı. Mahelleye gelen gelin, gelini, mahellenin kızları, kızıydı. Hiç kimse onu ne kaynanasından, ne anasından farklı görmezdi. Kac kız ,kaç erkek usagı şimdi evli barklı, onun kucağın da büyümüştür. Yalnız kalmasın diye kızlar bir araya gelir, Hafize Ana da toplanır gece gülmeleri bütün mahalleyi sarardı. O gece babasından dayak yiyecek biri varsa. Hafize Ana’nın eteğine yapışır:
''Ana ne olur bize gel bu gece. Babam beni dövecah!'' “Oy kor olim. Ben seni dövdürürmüyem. Sofra yerde, gel kete cay var. Yiyah beraber gidah.”
Yazın hocada zorluh çeken ogrenemiyen. Suparasını, Kuranını alır soluğu yine onun yanında alırdı. Mahellede hatimler, mevlütlerden ondan sorumluydu
Daşdan Emi köylerden hayvan toplar mal meydanında satardı. İş olmadığında da hep kahvedeydi. Zaten kahve bu işi yapanların bir çeşit ofisiydi. Hatta hayvan piyasasının borsasıydı. Tahta küreği vurdu karın cigerine, Savurdu sokagın gobeğine. Kar ustune gelen bir delikanlı seslendi bacaya doğri:
“Daştan Emii bir bah da! İnsan geçir amburdan veyyy” Daştan Emi daha cevap veremeden. Oglu Fırat cami acti:
“Ne olir ki hoppp” “Ne olacah üstümüze kar kürir” “E ne olmuş , neye bağırisan?”
Daştan Emi hemen bacanın ucuna gelip hırlaşan, İki delikanlaya da söylendi. Tabi önce kendi oğluna. “Gir ola içeri pohyiyenin oğli. Geberirsen anburada bir işin ucundan tutmaya Tiggozluh oldidami kimseye bırahma. Sende geç get ola işen.'' Genç:
“Yav dua etsin” “Yüri get! Bah indirme beni aşağı! Tik ossuruh sende !” Cocuk başını eğip gider.
Daştan Emi söylenmeye devam eder:
“Tabi besiye çekilmiş camışiar gibi sedece yiyin için. Heç bir işin ucundan tutmaya erinin. Ama hemen dögüşmeye yer arayın.” O hızla kurekleri ardı ardına sallamaya başladı.
Yine aşağıdan ses geldi.
“Daştan Emiiiiiiii” Bu sefer mahlenin çocukları
“Daha bene rahat vermezler ki bitirim. Ne oldu ola bılıhlarım“ “Emi karlari hep ambu ortaya at” “Niye” “Kureknen oyup ev yapacayıh” “Ey tamam. Şimdi kürüyene gedar çekilin ordan bahim”
Dasdan Emi kendi bacalarını küredi, Hafiza Anan’ın bacasını da bitirdi. Aşşağıdan bir ses daha:
“Daşdan Emiii” Hafıza Ana’nın bitişigin de oturan teze gelin.
“Soyle gızım “ “Emi bizim kürek kırıldi. Ölmüşlerin heyrine avu küregi bizim bacaya bırahda. Akşam Henifi bizim bacayida kürürsün.'' “Bırahimda kızım. Henifi ahşama anca gelir işden. Kar donar. Nasi kürüyecah” “Neydim Emi artıh. Nedip edip küriyecah. Korhiram dam çökecah. Evde sabılar var.”
Di buyur ne etsin Daşdan Emi?
“Dur gızım dur. İki daggaya sizinkinide ataram” “Aman Emi sene gıyamam” “Ne olcah gızım elime yapşir” “Allah seni başımızdan eksik etmiye Emi. Gaz lohmasi tökirem bırahıram eve.” “Anbah bu eydi sağol”
Daştan Emi işe koyulur. Yine ayağında ki lastik sıkar “Teze bir lastik almam lazım” diye bilmem kaçın defa kendine hatırlattır.
Aşşağıda çocuklar oynamaya başlamış. Gün övleye dönmüş Hava ıyice ısınmaya başlamıştır. Yumuşayan karı kürümek dahada kolaylaşmaya başlamıştı. Hanımı Aşşağıdan seslendi:
“Beggg “ “Ne var” “Bitmedi mi” “Yohh “ “Vış niye “ “Teze gelinin bacasınıda kürirem” “Aman ey etmişsen eri gec gelir” “Olsun heyirdir.” “Cay getirim” “Daha durisan”
Hanımı az sonra iki bardak çayla geldiler. Güneş tepeye gelmiş. Karlar göz kamaştırıyordu. Çay iyi geldi yeniden enerji toplamıştı. Daştan Emi
“Oğlan nerede?” “Okula getti” “Dersleri nasıl yohlir misan?” “Rebbime şükür çoh ey. Zaten dayısi başında. Nefes aldirmir hocalarnan hep gonişir.”
Uzun süre cocukları ölü dogdu. Bir tek Fırat yaşadı. Bu nedenle de butun sulale ustune titrerdi Fırat'ın. Oda iyi bir talebeydi. Bıraz bıckın bir delikanlıydı, kavgayı severdi. Ama şükur onların yüzünü yere egeyecek bir şey yapmamıştı. Fırat’ın dayısı okuduğu okulda hademedir. Hocalarla hep irtibatta olduğundan. Daştan Emi ve eşinin içi rahattı.
Daştan Emi Küremeye devam etti Teze Gelingilin bacayı. O arada bitişik evin hanımı Emine Teyze bağırdı. “Alllah senden razi olsun. Daştan Bey. Anbu mehelle bir tarafa sen bir tarafa.”
İyilik başkasına da yapılsada kendine yapılmış gibi sevinirdi mahalleli. Ortada bir iyilik varsa kime yapıldığının ne önemi vardı. Ve o iyiliği övmek bir gelenekti.
Daştan Emi: “Baci sizin baca niye durir?” Emine: “Oglan okuldan gelecah oni beklirem..” Kürüdükce ovgülerin arkası kesilmiyordu.
“Senin Allahan cigerin yiyim Daştan Emi’ “Sagol Hüsam” “Daşdan emi Kralsın kralllll” “Kral babandır devamsız” “O da kral ama sen de kral. Ulan kral mahalle be” “Geç get mubtezel seni”
Daştan Emi kürüdükçe ovgüler dualar birbirini takip ediyordu. Gecen her dakika da kendini daha guclu hisstemeye başlıyor. “Yandaki damı atayım. Onun yanındakini de kürüyeyim, ulan zaten kalmış uc beş baca. Mahallenin duası yeter” derken, akşamı bulmuş bütün mahallenin bacasını kürümuştü.
Mahalle dediğin bir çıkmaz sokak on haneydi. Ama Daştan Emi’de bitmişti. Merdivenlerden zor indi. Ayakları beli ağırıyordu. Kendini sobanın başına zor attı. Ayağında donmuş yün çorabı sobaya yasladı. Çorabın buzu eriyince eğilip çıkaracakken kendi dondu kaldı.
***
Sobanın yanına serilmiş yün döşekte Daştan Emiye hanımı az önce Hafize Ana’nın getirdiği herle çorbasını içiriyordu.
Hafize Ana “Ömren gurban ogul sen hoş genç değilsen Neye gendin o gadar zorladın” “Yav yoh lastigim…” Söze Teze Gelinin kocasi Hanifi girdi:
“Emi duraydi ben haftasoni atardım hepsini” “Ola bişe olmazdı da bene avu lastigim…” Bu sefer diğer komşu Kemal Bey
“Ahlan bayilim. Goca mehelledebir sen mi varsan!” “Ola aslında ben eyem lasyigim var ya…''
***
Daştan Emi’nin beli tutulmuş. Canlanamaz olmuştu. Mahalle de duyan koşmuştu. Yemek getiren. Ağrı kesici getiren, krem getiren, bildik bilmedik ilaç getiren mi dersin... Herkes Daştan Emi’nin halinden biraz kendini sorumlu tutuyor. Hem mahçuplanıyor.Hem de üzülüyordu.
Oğlu Fırat başı önde içeri girdi. Bir kenara dizlenin üstüne oturdu. Ağlamaklıydı. “Nasılan baba?” “Eyem oğlum çok şükür bişem yok. Gene olmazdi olmazdi da lastigim sıhir...”
“Baba mehellenin gençleriynen gonuştuhç Bundan sonra bacalari biz el birliğiyne küriyeceyih” Kemal Bey
“Şimdiye geder durduğuz hetaydi” Hafize Ana
“Aman neyse deymeyin uşahlara. Bundan sonra yapar benim balalırım”
Daştan Emi Yatahda biraz düzeldi. “Bişe diyim. Beni dinleyin. Bah bene bişe olmazdi. Lastigim gari yedi sıhti. Alttan sıhınca belimide zorladi. Lastigim sihmiyaydi”
-------------------- Kapak Fototğraf: Nihat Kılıçlaroğlu