UMARIM, BAŞTA MADENCİLERİMİZ OLMAK ÜZERE, HİÇBİR ÇALIŞANIMIZ İÇİN AĞIT YAKMAK ZORUNDA KALMAYIZ
UMARIM, BAŞTA MADENCİLERİMİZ OLMAK ÜZERE, HİÇBİR ÇALIŞANIMIZ İÇİN AĞIT YAKMAK ZORUNDA KALMAYIZ
DOĞUTÜRK DOĞUTÜRK
Güncel
Atatürk Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Savaş Eğilmez, madenciliğin tarihçesiyle ilgili açıklama yaparak, “Umarım bundan sonra, başta madencilerimiz olmak üzere, hiçbir çalışanımız için ağıt yakmak zorunda kalmayız.” dedi.
Madenciliğin dünyanın en eski ve en zor mesleklerinden birisi olduğunu ifade eden Yrd. Doç. Dr. Savaş Eğilmez, “Madenciliği, diğer zor diye nitelendirebileceğimiz mesleklerden ayırt eden özellik ise, bu meslekteki riskin tanımının karşısında “hayat”ın olmasıdır. Bu meslekteki en ufak kazanın karşılığının, insan hayatına mal olmasıdır. Bu sektörde madenci olarak çalışan insanların %93’ü mecbur oldukları için, başka alternatifleri olmadıkları için bu işi yapıyorlar. Başta da söylediğimiz gibi bu iş, dünyanın en eski mesleklerinden birisidir. Ve tarihi süreçte madenciliği incelediğimizde, bugünün madencileriyle ortaçağ madencileri arasında ortak özellikler göze çarpar. Aralarında çok uzun bir zaman olsa da, iki çalışanda bu işi hayatta kalmak için yapmıştır. Ortaçağ da madenci, ya yer altından madeni çıkaracaktı ya da sahipleri tarafından öldürülecekti. Sahipleri diyoruz çünkü, ortaçağ da ocaklarda çalışan işçiler köleleştirilmiş insanlardı. Ortaçağ başlarında madencilik, silah sanayinden, zanaat işlerine kadar gerekli olan demir, bakır, altın, gümüş vb gibi maddeleri karşılamak amacıyla toprak altında ve yarı toprak içerisinde yapılan kazım işlerinin tamamını kapsamaktaydı. O zamanki uygulama teknikleri yakın döneme kadar kendini muhafaza ederek gelmiştir. Yani yakın döneme kadar, madencilik sektöründeki uygulama teknikleri ortaçağda ki tekniklerin aynısıydı. Ortaçağdaki en önemli madenlerden bir tanesi Atina’nın 30 km. kadar uzağında bulunan Laurion madeniydi. Bu madende çalıştırılan kölelerin durumu içler acısı idi. Bu maden ocağında gümüş ve kükürt çıkarımında kullanılan tam 20.000 köle bulunmaktaydı. Her gün bu köleler dikine açılmış 150 metrelik deliklerden aşağı doğru inip, toprak altında çalıştırılıyorlardı. İçeride on saat çalıştırılıp, az bir peksimet, soğan ve ekmekle karınlarını doyuruyorlardı. Maden ocaklarının yakınındaki derme çatma kulübelerde de on saate yakın dinleniyorlardı. Bu çalışma şartlarında yaşam süreleri 30 yaşını aşmıyordu”. Bu köle işçiler genelde altın, gümüş, bakır, demir, kurşun ve civa madenlerinde çalışan ve toplumun en alt tabakasını oluşturan insanlardı. Kölelerin yanında esirlerde, bu madenlerde cezai uygulama olarak çalıştırılıyordu. Şöyle bir gerçek var ki; eğer köleler olmasaydı, ortaçağda madenler işletilemezdi. Çünkü bu kadar ağır şartlar altında ne köylüler, ne de diğer sınıftan özgür insanlar çalışmak isterdi. Günümüzde de madenciler zorunluluktan, evlerine bir lokma ekmek götürmek için çalışıyorlar. Başka alternatifler olsaydı, toprağın altına girmek istemezlerdi. Bizimde yapmamız gereken, o fedakâr insanımızın karanlık hayatına biraz ışık tutmaktır. Vefat eden madencilerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Ve umarım bundan sonra, başta madencilerimiz olmak üzere, hiçbir çalışanımız için ağıt yakmak zorunda kalmayız.” diye konuştu.
Paylaş: