DOĞUTÜRK
2013-04-08 17:07:37

Hayat, Yaşlılıkta Sandığımızdan Daha Zordur!

Tevhit GÜLSEVEN

tevhitgulseven@gmail.com 08 Nisan 2013, 17:07

Günlük yaşanan olayları, başımıza gelenleri düşünüp karıştırdıkça hayatı çoğumuzun çok fazla maddi kazanım anlamında çok ciddiye alındığına, manevi anlam taşıyan başta ana-baba-çocuklara bakma anlamında çok ciddiye alınmadığına şahit oluyorum!
Oysaki hayat sandığımızdan daha zordur ve bu yüzden manevi anlamıyla da çok daha fazla ciddiye almak gerekir!
Üstelik sadece kendi hayatımızı değil, başkalarının hayatlarını da çok fazla ciddiye almalıyız!
Ana-babamızın, çocuklarımızın, eşlerimizin, kardeşlerimizin, akrabalarımızın, yoksul insanlarımızın hayatları gibi!
Başkaları derken kendi en yakınlarımızın hayatlarından başlayarak daha uzak insanlara kadar geniş bir çerçevede düşünmek istiyorum!
Gençlik kuş gibi; yuvada tutmak mümkün olmuyor, bir bakıyorsunuz uçmuş! Dün bile diyemiyorsunuz; taa eskiden veya gençliğimizde diye söz ediyorsunuz; hayal meyal aklınıza bazı silik resimler geliyor.
Birçok hadise ise hafıza deposunda silinmiş, dört arkadaş aynı masanın etrafında oturduğunuzda birisi hatırlıyor, diğer ikisi hatırlamıyor!
Ortak olarak unutulmayan şeyler, yenen kazıklar ve yaraları!
Bir atasözüne göre “tecrübe” yenen kazıkların bileşkesi!
Yaşlı olmadan asıl yenilen kazığın ne anlama geldiğini bilemezsiniz; elbette!
Bu yaştaki tecrübe artık; acı bir tecrübedir!
Gençlik bir şekilde geçiyor!
İş arama, iş bulma ve daha sonra evlenmek sıkıntıları başlıyor!
Sonra çocuklarınız olduğunda genelde hayatınızda iki şey olmuş oluyor; iş ve çocuklar!
Sonra ebeveynler ve sonra da kendi canınızın derdine düşüyorsunuz!
Yaşlılık hayatın en zor bölümü, tartışmasız!
Yaşlıya bakmak da, yaşlı olmak da zor!
Hayatı belki de o zaman daha iyi kavrayabiliyorsunuz!
Ondan önce hayat sanki sizin değil de başkasının hayatı gibi geliyor çoğu zaman!
Yaşlılık kapıyı çalınca; merteğe vuran kafa benim kafammış misali!
İbn-i Haldun’a göre; yerleşik hayat yaşayanlarda (hadarilik) hayatta kazandıkça kazanma, yükseldikçe yükselmek isteği daha fazla insanları hırslandırıyor. Göçebe (bedevilik) de ise hayat düz ve tek amaç hadariliğe ulaşmak.
Bedeviliğin amacı hadarilik olsa bile; bedevilik de aile içi-dışı ilişkiler daha sıcak, daha sağlam daha sosyal ve daha fazla insanlarla yardımlaşmak geleneği mevcut, bir hayat tarzı olmuş!
Yaşlı bedevilikte baş tacı!
Kazandıkça kazanma isteği, dünyaya meyil, devleşen dizginlenemeyen, artık kendiyle bile yarışmaya başlayan egomuz, yaşlıları yalnız bir hayata mahkûm ediyor!
Ya evlerinde yalnız, ya huzurevlerinde, kimsesiz!
Süslenmiş taş duvarlar ve aysberg kadar soğuk dev huzur evleri kimin umurunda!
Yaşlılar da değil sadece; ayda birkaç bin lira kazanan ve bu ekonomiye göre zengin sayılan insanların çocukları da yoksul, kimsesiz, ele âlemin umudunda, elin merhametinde! Bakıcıda, kreşte!
Ana- baba ortada yok; en azından çocukları için ortalarda yoklar; çalışıyorlar; işleri var, sadece işleri!
Su içtikçe kanmayan, aksine susuzluğu artan bir asır; bu asır!
Menfaat gözümüzü kör etmiş!
Göremiyoruz; baktıkça körlüğümüz artıyor!
Nereden gelirse gelsin para; kimden olursa olsun; mansıp!
Ne hak, ne adalet, ne devlet, ne vatan, ne istikbal, ne mukaddesat ve mukaddesler!
Ve ne de Allah’ın sana mukaddes emanetleri; ana-baba, yaşlı, hasta, yoksul, çocuk, bebe ve hayatınız!
Son emaneti; can!
Azrail göğse çökmeden uyanmak marifet; gerisi boş!
Çocuklar ana-babanın parasıyla doğrudan ilgililer, yaşlılıklarında; sağlığıyla gerçekten ilgilenen ise çok az!
Sağlığında sahip olmayanların, ölüsü daha yerdeyken, ya da kefeni kurumadan, hatta daha hayattayken, çocukların para hesabı ne çirkin!
Ne kötü!
Yaşlıyı kendi hayatıyla baş başa bırakmak manevi ve sosyal bir yara!
İlahi adalet dünyada tecelli ediyor; ahrete kalan bakiyesi ise ne acı!
Cebrail A.S.’ın bir hutbe esnasında Peygamberimize gelip “Ana babasının sağlığına yetişip de onlara bakmayanın yüzü yerde sürünsün” bedduasına ömründe beddua etmemiş Hazreti Peygamber (SAV); “Âmin” diyor!
Eflatun, “Zengin çömlekçi, kötü çömlekçidir”der!

Yorumlar (2)

Serap Durmazpinar 12 Yıl Önce

hikâyede anlatılan efsaneye göre bir kadın, bir gün kucağındaki çocuğu ile birlikte bir mağaranın önünden geçerken içeriden gelen bir ses duyar. bu ses ona : içeri gir ve ne istersen al, ama en önemli olanı unutma. ayrıca: sen çıktıktan sonra kapının bir daha asla açılmayacağını da dikkate almalısın. ancak bu fırsatı kaçırma, ama yine de en önemli şeyi unutma” diyordu. kadın mağaraya girer ve büyük bir servetle karşılaşır. masanın üzerindeki altın ve mücevherleri görünce şaşkına döner ve çocuğunu yere bırakarak hemen büyük bir hırsla masanın üzerindekileri toplamaya başlar. bu sırada o esrarengiz ses yine duyulur : ” yalnız sekiz dakikan var” demektedir. sekiz dakika çabuk geçer, kadın toplamış olduğu kıymetli taşlar ve altınlarla birlikte mağaranın dışına koşar ve kapı kendiliğinden kapanır bu sırada çocuğunu içerde unutmuş olduğunun farkına varır, ama kapı bir daha açılmamak üzere kapanmış bulunmaktadır. zenginlik uzun sürmez, ama ümitsizlik hep yaşar.

Serap Durmazpinar 12 Yıl Önce

Aynı şey çoğu zaman bizim başımıza da gelir. Bu dünyada yaklaşık 80 yıllık ömrümüz vardır ve bir ses daima bize: ” Sakın en önemli şeyi unutma!“ der gibidir. Önemli olanlar manevi değerler, inançlar, dikkatli olmak, aile, dostlar ve hayattır. Ancak kazanç hırsı, zenginlik, maddi şeyler bizi öylesine büyüler ki, çoğu zaman en önemli şeyleri bir köşede bırakırız. Böylece zamanımızı bu tür şeylerle tüketir ve en önemli olan şeyi; “Ruhun hazinesini“ bir köşede unuturuz. Asla aklımızdan çıkarmamamız gerekir ki bu dünyadaki yaşam çok çabuk geçer ve ölüm beklenmedik bir zamanda bizi yakalar. Ve hayatın kapısı bizim için ebediyen kapanmış olacağından son pişmanlık bir fayda vermez. Çünkü biz en önemli şeyleri unutmuş durumdayız… “Sevgi, barış, alçak gönüllülük, samimiyet ” Bugun okudugum bu hikâye beni çok etkilediginden bu guzel ve çok anlamli yaziniza yorum olarak eklemek istedim… tesekkurlerimle… Serap Durmapinar Kuruhasanoglu / France

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.