Hey gidi Ömer Nazmi ağabey!
Aklımıza hiç gelmezdi, yeni bir güne senin ölüm haberinle uyanacağımız…
Tamam, sen beklenmedik zamanların, mevzuların ve beklenmedik duyguların adamıydın da; bu çok ağır oldu be abi!
Sen kalıp olarak neredeyse birbirinin aynı olan insan profillerinin arasında sıra dışılığın tarifiydin; kimine göre farklı, kimine göre aykırıydın…
Çoğu kişi anlayamadı seni, çünkü emek isterdi seni anlamak…
Seni anlamak; senin dünyana açılan kapıları zorlamayı ve senin pencerenden bakmayı gerektiriyordu…
Bakamadı çoğusu, o kadar zor geldi ki, dünyana açılan kapıları zorlamadı hiç…
Bir şiirinde de dediğin gibi:
“…kapım suskun
eşiğim küs;
eskimiş süs gibi duran kalbimi atıp
öksüz gönlümle dolaşıyorum geceyi…”
Evet, şimdi biz de susuyoruz, tıpkı senin sustuğun gibi söz pınarının başında…
*
Hey gidi Nazmi ağabey!
Hey gidi yalnızlığın tarifi olan adam!
Yalnız geldin ve yine yalnız göçtün içi boş şu koca dünyadan…
Ve kim bilir hangi acılar ve yine hangi sızılarla doldurduğun koca dünyanı, üç-beş kürek toprağın örttüğü diyarlara bıraktın…
Gittin, evet…
Giderken bile bizlere yalnızlığı tarif ettin!
Ve yine bilirsin ki, bizde adettendir, kaybettikten sonra anlarız kıymeti…
Bu yüzden rahat uyu Ömer Nazmi ağabey, rahat uyu sen!
Çünkü senin adını da ekledik o kıymetliler arasına…
Çünkü kahrolası o geleneği bozamazdık…
Şimdi ne diyoruz senin için, biliyor musun?
“Kalem erbabı”
“Söz ve şiir ustası”
Bak, görüyor musun?
Herkes senin nasıl da farkına vardı bir anda!
Herkes nasıl da seni yazıp çizmeye başladı…
Hani demiştin ya bir gün:
-Musa’cığım, bir gün gelecek herkes benden bahsedecek, diye…
Haklıymışsın be yaşlı kurt!
O gün dündü işte…
Herkes senden bahsetti, herkes senin amansız, zamansız ve umarsızca gidişini konuştu…
Ama tabi bedeli mukabilinde…
Zira sen o bedeli sonsuza dek soluklanacağın bir durakta istirahate çekilerek ödedin…
Göğsüğünü musalla taşı edip, her gece bir ölüyü uyuttuğunu söylediğin koynunda, bu kez ölümü misafir ettin…
Ruhuna rahmet olsun suskun adam!