“Duydun mu falancanın testi de pozitif çıkmış.”
“Evet, duydum” diyorsunuz, bazen de araba farına yakalanmış tavşan gibi şaşırıyorsunuz!
Aileniz…
Dostlarınız…
Arkadaşlarınız…
Tanıdıklarınız…
Sanki de mahşer meydanı…
Kimse için imtiyaz yok!
Öyle bir an geliyor ki…
Bütün ışıklar sizi yutmak için karanlık bir uçurum oluyor…
Çoğu zaman derin bir endişe ile çarpıyor kalbiniz.
Susuyorsunuz.
En sakinleştirici ilaç: Tevekkül…
“Allah’tan geldik, Allah’a gideceğiz.”
Kudretiniz, rüzgar karşısındaki cılız bir mum ışığı hükmünde bile değil…
Ve meçhule bürünen bu hüzün ikliminde bir kere daha gazel gibi savruluyorsunuz…
Şair, ölümü hazan mevsimine benzetmişti, “Ayva sarı, nar kırmızı, sonbahar.”
“Ölümü öldürenler” için vaziyet çok daha farklı oysa…
Dostla vuslat…
Ebedi hayata iltica…
“Hesap gününün sahibi”ne boyun bükmek…
“Ecel kapıyı çaldı” derdi, eskiler…
Şimdilerde ise, korona yumrukluyor sürmelenmiş tüm gökdelenleri…
İltimas geçmiyor kimseye…
Ağa da bey de aynı camdan kafeste…
Bey de paşa da aynı hortumun ucundan süzülen havaya muhtaç…
Her çalan yeni telefonun öbür ucunda sanki şu haykırışı duyar gibiyim:
“Gemim deryada kaldı, yelkenlerim kara gözler!”
Aşıksanız eğer bu durumda koronanın üstüne yalın kılıç gidersiniz ve sizin için kara, yalnızca kara gözlü yavuklunuzdan ibarettir.
Değilseniz eğer ufuktaki her kara, sizin için yeni bir umut ve yelkenleriniz için en güçlü rüzgarın habercisidir.
Hastaneler şifa arayanların Kabe’si gibi…
Her beyaz önlük…
Her beyaz örtü…
Her beyaz maske…
Sanki de her biri en zifiri karanlıkta uzaktan size yol gösteren bir fener gibi…
İlahi buyruğa boynumuz kıldan ince:
“Her canlı ölümü tadacaktır.”
Bunu amentü bellememiş olmasaydık, hiç der miydik ki, “Dünyasına dünyasına, güvenme dünyasına… Dünya benim diyenin dün gittik yasına.”
Esasında azgınlıkta sınır tanımayan insanoğlunun belasıdır korona…
Bakın şu dünyaya, göreceksiniz ki…
Bugünlerde yas’tan birer taç yaptı, her söken şafak kendi başına…
…Ve
Pandemi dedi insanoğlu hazin yenilgisinin adına…