Galiba beş yaşındaydım; Köseömerağa’da seni karşılamaya hazırlanıyorlardı, ben de Köseömerağa Camii tarafından geleceğini düşünerek seni, ilk ben görmek istediğim için uzun süreler köşede beklerdim.
Nasıl gelirdin, ne zaman gelirdin bir türlü anlayamazdım; ertesi gün bakardım ki sen hayatımızdasın!
Gidişine de “Elvedalar” başladığında elimde mendille uğurlardım, gittiğini yine göremezdim; ama kokun kalırdı! Ya şimdi; koku bırakıyor musun gene?
Rahmetli Anacığımın beni pencerenin pervazına oturtup tereyağıyla gül reçeli yedirmesi ve gül kokusu hala burnumdadır! Anacığımın da kokusu burnumda!
Beş yaşından sonra tekne orucu ne güzeldi. Ara öğünler yenmeyecek, ana öğünlerde akşamdan kalanlarla tutulan tekne orucu(!)
Evimizde Kuran tilaveti yapan Pırtınlı Ragıp Hoca, mahallenin ekâbir takımı bayanlar ellerinde Mushaflarla gelirlerdi evimize!
Hoca gelmeden önce sohbet, sonra hatim dinleme ve sonra tekrar sohbet!
Sonra bir başka eve ailemizi temsilen Babaannem başka evdeki bir Hatim’e katılmak üzere giderdi!
Bereketini askerde görmüştüm. İftar soframızda sayılamayacak kadar çeşit oluşuyordu! Ben Gayretullah’dan ikram olduğunu düşünürdüm ve hala daha öyle düşünüyorum.
Senle gelen ve Sünnet olan teravih namazlarına bu kadar fazla âlim, ulema olmadığı (!) için itiraz edenler olmazdı ve insanlarımız akşamları teravih namazlarında Camilerde bir araya gelirlerdi!
Hz. Ömer (RA) bir peygamber olmak müstesna ve Hz. Ebubekir (R.A) hariç hiçbir ashab, hiçbir âlim, ulema, evliya, enbiya O’na denk değildir! Ve bazı iyi niyetli olmadığını düşündüğüm kişiler; teravih namazı Peygamberimizin bir sünneti olmasına rağmen; teravih namazını en kibar deyişle değersiz göstermeye çalışmaktadırlar! Herkes tarafından kabul görmeyen bir şeyhin, meşeyıhın her dediğini yapan insanımızla sadece kendisinin âlim olduğunu düşünen zevat, Hz. Ömer’i acaba sıradan mı görmektedir?
Para ve şöhretin geçerli olduğu bu dönemde farklı olabilmek zorunda olan bir grup insanlar ortaya çıktılar; televizyonlarda durmadan din konuşuyorlar; bir kısmı dinimize ufak-büyük fitne sokmaktan çekinmiyorlar!
Muhterem, muhteşem, mübarek Ramazan; Fitneyi dinde reformla sürdürmeyi, Kuran-ı Kerim’den hatta bir kaç yüz Ayet-i Kelimeyi geçersiz sayıp çıkarmayı planladıklarını duymaya başladık. Uygulamaya bazı toplantılarda bazı ayetleri Hz. Peygamber’in namazda okumadığını anlatarak zihni alışkanlık sağlamaya başladıklarını duydum.
Ramazan ve oruçla ilgili fetva veren, verene! Kimisi ilacın (enjeksiyon) serumunun orucu bozduğunu, ilaç kısmının bozmadığını söylüyor, kimisi kuşlukta oruca başlamayı anlatıyor(!)
Şeytan, nefis, ben, ego ve para ve şöhret! Allah saklasın!
Sen geldiğinde nasıl bereket yağardı arş-ı Âlâ’dan!
O zamanlar fakirin de zenginin de yediği ekmek aynıydı, içtiği su da aynı!
Gizli kast sistemine geçişten sonra zenginin ekmeği yumurtalı, susamlı olmaya başladı, suyu da ırak çeşmelerden gelmeye başladı! Sakın yanlış anlama; ramazanlarda gündüzü ibadetsiz vakit geçirmenin yolu böyle oldu! Ekmek yaptırmak, arabayla uzak çeşmeden su getirmek! Yoksa fakir fukara gene normal pide ve musluk suyu içebiliyor; şimdilik! Çünkü aldığı maaş açlık sınırı altına düştü sevgili Ramazanım! Emekli de öyle, adaletsiz maaş bağlanması ve bir türlü düzeltilememesi ile iki eş yıl ve şartta çalışan iki kişi maaşı arasında uçurum denecek rakamlar var!
Sevgili Ramazanım, Büyüğüm; küçükken iftar sofralarımızda komşularımız, akrabalarımız zengin fakir ayrımı yapmadan olurlardı, şimdi bir kısmımız milletten topladığımız paralarla papaz ve keşişleri sofralarımıza dahil etti! Bir kısmımız ise sadece daha zenginle irtibatı koparmamaya çalışıyor; fakirin zaten çağrılsa da gidecek hali mecali kalmamış; çünkü zengin davete icabetten öte karşılık verilmesinden ve et’e et’le misilleme yapılmasını düşünüyor! Şehir büyüdü üç-beş nüfusuyla bir yere gitse otobüs ya da minibüse binmek için dünya para vermesi lazım, cebinde para yok! Zenginse, fakir akrabasının, komşusunun evine gitmekten imtina ediyor!
Hani bodrum katında görünürse acaba, statüsünden kaybeder mi diye düşünüyorlar mıdır?
Muhteşem, mübarek, bereketli, sevgili Ramazanım! Bilirsin eskiden sen gelince zenginlerde, orta hallilerde bir telaş, bir telaş başlardı; kime zekâtımızı fitremizi verelim diye! Ne kazandık, ne kadar vereceğiz diye hesaplar yapılırdı!
Şimdi zekât, fitre, kurban, kurban derisi toplama şirketleri oluşturuldu! Cemaatler, vakıflar da bu yarışın içine girdiler; aralarında büyük savaş var ve arada zayi edilen kurban, zekât, fitreler! Kuran-ı Kerim; “Cemaate, vakfa, Camiye verilemez” diyor, bu çokbilmişler aldırmıyor, “Alınır” diyor!
Bu derneklerde hesap çok, mahkeme çok, hırs ve lüks çok; çoğu kişi korkusundan bu konuya değinemez oldu; kızıyorlar, kızdılar mı, Allah saklasın…
Küçüklüğümüzde cami mikrofonları, hoparlörleri yoktu, gene duyabiliyor, anlayabiliyorduk. Ses kirliliği, hele kulak cihazı kullananlar için tam bir facia! Gür ses, terbiyesi az –çok ses, son gücüyle bağırıp bir de hoparlörden sesi verdi mi; Cami’de durabilmenin bir imkânı kalmıyor; artık!
Sevgili, rahmetli, muhterem Ramazanım; geldiğine- gideceğine sevincim, üzüntüm çocukluğum kadar olmasa da heyecanım şükür hala had safhada!
Bütün Ümmet-i Muhammed’e gelişin hayırlı, rahmetli, bereketli olsun, affımıza, afiyetimize sebep olsun, hastalıklarımıza şifa, dertlerimize deva, kötü ahlakımız varsa, iyi ahlaka yönelmemize vesile olsun!
Edebimizi(*) yüceltsin, artırsın, edeblilere komşu etsin, dünyada ahrette edebten ve edeblilerden ayırmasın!
Tekrarı nasip olsun İnşallah!
Devletimizi, milletimizi düşman kılıcıyla terbiye ettirmesin Mevlam, bir daha işgal ettirmesin!
(*)Edeb; İslam ahlak ve faziletinin, Kuran ve sünnetin bütün emirleri ve yasaklarının bütünüdür!
M. Tevhit Gülseven 11 Yıl Önce
Sayın Okuyucum; asgari ücret günde sadece yetmiş beş lira olarak yazmışım, yirmi beş lira olacaktı, düzeltir özür dilerim.