Aile Danışmanı Şeniz Doğan konuyla ilgili olarak yaptığı değerlendirmede, “Bir aileye doğmakla, sadece ebeveynlerimizin biyolojik genlerini değil, aynı zamanda onların inanç sistemleri ve davranış kalıplarını da miras alırız. Genetik hafıza ile nesilden nesile aktarılan duygu, düşünce, inançlar, hisler, blokajlar, hastalıklar, üzüntüler ve sırlar biz bilmesek bile hayatımızı etkiler. Bu mirası önceki nesillerden devralıp sanki kendi yazgımızmış gibi sahiplenir ve tekrarlarız, ta ki biz bunu fark edip bu senaryonun bilincine varıp duygusal yükümüzü boşaltana kadar. Ancak bundan sonar yazgı değişir ve kader dönüşür…
Daha anne karnındayken annemiz ve babamızın genleriyle bize geçen bilgiler dışında, o anda onların hayatında olan ve onları etkileyen şeylerden de etkilenmeye başlarız. Örneğin Doğum bizim için başlı başına bir travma iken, anneyle olan ilişkimiz durumumuzu daha da karmaşık bir hale sokar. Anneden ayrılma sürecini sağlıklı yaşayamayan bir bebek, korkular kaygılar cehennemine düşer. Savunmasızdır, kendi kendine hayatta kalamamaktadır. Dış dünyayı anlamlandıramamaktadır. Çünkü hala kendisini annenin bedeninin bir parçası sanmaktadır. Ayrıca baba ve babanın sağladığı fiziki ve duygusal güvende bebeğin en temel ihtiyaçlarındandır. Yaşamda kalmak babanın sağladığı güven ve annenin sağladığı besin ve her ikisinin sevgisi ile mümkündür ancak. Benlik gelişimi işte bu dönemde çok önemli ve hassastır. Bebeğin annesi ve babası ile kurduğu ve onların yüzlerinden ona geri yansıyan imge, hayatta kim ve nasıl biri olduğunu belirler” diye konuştu.
“Bebek bizim kavrayamayacağımız derece hassas psişik bir varlıktır. Her türlü ince veriyi algılar ve bunları kendi benliğine ve bedenine işler. İşte tam da bu süreçte annenin ve babanın gözlerinden ve dokunuşlarından anne babanın tüm öyküsü ve bilinç dışına itilen her duygusal zihinsel yük, tensel temas ve suptil düzeyde ve hatta tüm aile hikayesi bebeğe aktarılır” diyen Aile Danışmanı Şeniz Doğan daha sonra şunları kaydetti; “Bu hem fiziksel, hem zihinsel, hem duygusal, hem ruhsal düzlemde gerçekleşir. Bunun yanı sıra tüm bu bilgiye bebeğin kendi deneyim ve anılarıda eklenir. Ancak bebek bunların hangisi kendisine ait hangisi anne babasına ayırt edemez. Bu bilgiyi henüz işleyecek donanımı ve gelişimi yoktur. iste bu bilginin büyüklüğünün ve aktarılan yükün ağırlığının altında dünya ile ilgili, kendisi ile ilgili ilk algısı anlayışı inancı oluşur. Bu kalıplar ise yetişkinlikte kim olduğumuzu belirleyecek tohumlar çekirdek inançlardır.
Bebek, eğer kendi duygusal travmatik yüklerini boşaltmış ebeveynler tarafından koşulsuz sevildiği, güvenli bir ortamda büyütülmekteyse, dünya güvenli ve iyi bir yerdir. Ve gelişimini sağlıklı, mutlu, kendisiyle barışık, özgür ve gerçek benliği ile bağlantılı bir birey olarak devam ettirir. Ancak eğer yaşam ve/veya ailevi sorunların olduğu, mutsuz anne babanın bakım verdiği, güvensiz, eksik veya yanlış bakım aldığı bir ortamda büyürse, bu sefer dünya güvensiz ve tehlikeli bir yer olarak algılanır ve gelişimi onun kendi gerçek doğası ile olan iletişimini sağlayamadan kaygılı ve gercek duygularını gizleyerek bastırarak devam eder. Tüm bu duygular bebeğin-çocuğun bedenine depolanır.
Bebekler/çocuklar ancak onların kendi duygularının dışavurumuna izin veren, onları koşulsuz seven, kabul eden ve anlayan, çocuğuna kendi duyguları ile eşlik eden bir kimse bulunduğu zaman yaşayabilirler, eğer bu mümkün olmazsa anne babanın onay ve sevgisini almak için kendilerinden vazgeçerler. Bu sevgi ihtiyacı sebebi ile kendilerini kullandırmaya hazır ve vericidirler. Artık anne babanın istediği uyumlu veya anne babanın koşullu sevgisine duyulan öfke sebebi ile onların istemediği asi çocuk olurlar.
Anne babalar, hayatta kendileri ile ilgili gerçekleştirmek istedikleri şeyleri eğer çocukları vasıtasıyla gerçekleştirmek istediklerini fark etmezler ve kendilerinden onlara yansıyanın ne olduğunun farkına varmaz ve disiplin adına çocuklarını kendilerine itaat-uyum doğrultusunda ve onların kendi doğalarını ifade etmelerine izin vermeden büyütecek olurlarsa, ilerde bu çocuklar yetişkin bir birey olarak çeşitli kişilik veya davranış bozuklukları geliştirme potansiyeli taşır hale gelirler. Bu ise yetişkinliğinde çeşitli bunalım ve acıların çekilmesine, ve belki de içine düşülen bu ailevi kaderin devamından başka hiçbir şeyin yaşanmamasına sebep olur.
Ancak biz bunun nasıl farkına varıp bu kaderden özgürleşebiliriz. Biz eğer ebeveyn olmak istiyorsak, bebek sahibi olmadan önce kendi hikayemize ve taşıdığımız yüke bakmalı ve kendimizi bu yükten özgürleştirmeliyiz ki bebeğimize bizden yansıyan kendi ailevi kader döngümüz ve kendi bilinç dışımız olmasın. Eğer hali hazırda bebek sahibi olmuşsak bebeğimiz büyürken bizde uyandırdığı duygu düşünce inanç ve hisler üzerinde çalışmalı ayrıca ona mümkün olduğunca güvenli kendi olabileceği özgür ve koşulsuz sevildiği bir ortamda büyütmeliyiz. Mutlu nesilleri yaratmanın yolu bizim kendi gerçek benliğimizi bulup mutlu olmamızdan geçer.”
ÇOCUKLARIN MUTLULUĞU AİLEDEN BAŞLAR
ÇOCUKLARIN MUTLULUĞU AİLEDEN BAŞLAR
DOĞUTÜRK DOĞUTÜRK
Sağlık
Aile Danışmanı Şeniz Doğan, mutlu nesilleri oluşturmanın yolunun kendi gerçek benliğimizi bulup mutlu olmaktan geçtiğini söyledi.
Paylaş: