DOĞUTÜRK

DR. YAVUZ TOPLUMSAL PARANOYA’YA DİKKAT ÇEKTİ

Sağlık

Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, terör saldırılarının toplumsal paranoyaya dönüştüğünü söyledi.

Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, terör saldırılarının toplumsal paranoyaya dönüştüğünü söyledi.  Reem Nöropsikiyatri Merkezi'nden Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, konuyla ilgili olarak yaptığı değerlendirmede, “Tüm toplumu bir korku sarmış durumda, insanlar kalabalık mekanlara, alışveriş merkezlerine çıkmaya korkar oldular. Tabiatıyla bu durum genel ekonomiye de etkilemekte, alışveriş merkezleri ve restorantlar gereken ilgiyi görmemektedir. İnsanlar evlerine kapanmakta, zorunlu olmadıkça dışarı çıkmamakta ve seyahat planlarını askıya almaktadırlar. Dolayısıyla tüm ticari faaliyetler aksamakta ve durağanlığa girmektedir. Ayrıca tablo, ülkemize gelen yabancı ziyaretçileri de etkilemekte, turizm gelirleri bir anda durma noktasına gelmektedir” dedi.
Elbetteki ülkelerin zaman zaman hain ve sınır tanımaz güçlerin terörist saldırılarına her zaman maruz kalabileceğini dile getiren Dr. Yavuz, “Ve bu hain saldırıların etkisiyle insanlar sürekli tetikte, etraflarına göz kulak olan, her an bir saldırı gelecekmiş gibi davranan psikolojik bir atmosfere girebilirler. Bu yüzden ülke idarecilerinin ve medyanın yatıştırıcı, güven verici bir tutumla insanları teskin ve telkin etmeleri gerekmektedir. Diğer taraftan güvenlik güçlerinin de olay ya da olaylara sebebiyet veren terörist odakları ortaya çıkarıp, toplumu teyakkuza getiren bu insanlık dışı canilerin yaptıklarının cezasız kalmadığını göstermelidir. Bu durum hem canilerin cezalandırıldığını gören halkı rahatlatacak hem de teröristçe eylem hazırlığında olanlara caydırıcı unsur niteliğinde olacaktır. Diğer türlü failleri şeffaf bir biçimde ortaya konamayan durumlarda bin çeşit komplo teorileri üretilecek ve bu karışık ve belirsiz ortam, toplumu tam bir paranoya ve kaos ortamına sevk edecektir” diye konuştu.

KORKU, İNSAN DOĞASI İÇİN GEREKLİ BİR DUYGUDUR

Korkunun insan doğası için gerekli bir duygu olduğunu ifade eden Dr. Mehmet Yavuz, “Ancak korkunun azı da fazlası da zarardır. Çünkü korkusuz insanlar psikopatça ve sosyapatça hareketler yapabilirler. Yasalardan ve cezalandırılmaktan korkmadıkları için şiddete dayalı davranışlardan çekinmezler. Böyle antisosyal sosyopat kişileri zaman zaman her yerde görmek mümkündür. Korkunun fazlası durumunda ise kişiler gereğinden fazla savunma içgüdüsü ile hareket ederler, sosyal ortamlara girmekten çekinirler. Özgüvenleri yok denecek kadar azalmıştır. Paranoyanın asıl unsuru da başkalarının size zarar vereceğine dair gerçekçi olmayan bir inanç ve korkudur. Dolayısıyla paranoyanın da merkezinde korku vardır. Ama işte bizim asıl değinmek istediğimiz konu, bu korku duyusunun özellikle terör olaylarının tetiklemesi ile dalga dalga tüm topluma yayılması ve bir toplumsal paranoya şekline dönüşmesidir. Hiç şüphesiz bu konuda görsel ve yazılı medyanın söz konusu terörist saldırıları ele alış biçimi ve güvenlik güçlerinin güven ya da güvensizlik veren tutumları da etkilidir. Korku, bireysel olarak fizyolojik ölçülerde faydalı bir dürtüdür. Kişiyi tehlikelerden korur. Ancak korkuyu abartarak bunu bir paranoya şekline dönüştürmek, tüm yaşantıyı korku üzerine kurmak da doğru bir hareket tarzı değildir. Dolayısıyla korku, zaman zaman bazı özel durumlarda hissedilmesi gereken bir duygudur. Bunu hayatın her anına yaymak ve sürekli korku ile yaşamak doğru değildir. Gerçek tehlike ile paranoyanın ayırımını yapmak için sağduyulu ve mantıklı davranmalıdır" ifadelerini kullandı.
Yavuz, "Paranoya sadece bireyi ilgilendirdiği halde, toplumsal paranoya aynı, toplumsal depresyon gibi bir anda yazılı ve sözlü medya, sosyal paylaşım siteleri aracılığı ile veya kulaktan kulağa fısıltı gazetesi şeklinde bir anda yayılır ve tüm toplumu etkisi altına alır” diye konuştu.
Paranoyanın bireysel anlamda analiz edildiğinde genelde kişinin kendine aşırı değer verdiğini, benlik değerlerinin anormal bir şekilde ön plana çıktığını anlatan Dr. Yavuz şöyle konuştu:
“Kişinin kendini bencilce ön plana çıkarması ile beraber herhangi bir haksızlığa uğrama ya da bir saldırıya maruz kalma düşünceleri, kişide aşırı güvensizlik ve şüphecilik oluşturmaktadır. Buna düşünce çerçevelerini belirleyen yorum hatalarından kaynaklanan vesveseler, saçma ve mantıksız deliller üretme eğilimi de eklenince, kişiler herkesi güvensiz ve tutarsız görmekte böylelikle sosyal uyuşmazlık ve emniyetsizlik bunalımı ortaya çıkmaktadır. Bu noktada tabiki, toplumsal paranoya rüzgarına kapılan herkesin benlik duygularının anormal geliştiğini söylemek de doğru değildir. Her toplulukta paranoyanın etkisine girmiş üç beş kişi, kendi halinde yaşayan diğer mütevazi çoğunlukları da etkilemekte böylece paranoya toplumun her ferdine tesir etmektedir. Toplumsal paranoyaya asıl sevk eden unsurlar, nereden geleceği ve nasıl olacağı belli olmayan saldırı beklentileri, belirsiz ve güvensiz ortamlardır. Zira korku kademe kademe aynı bir salgın hastalık gibi tüm toplumu sarıp toplumsal bir paranoyaya dönüşecektir. Özellikle medyanın güvenlik zafiyetleri üzerinde durması ve sanki böyle bir acziyet varmış gibi göstermesi de son derece sakıncalı olup, toplumsal paranoyayı pekiştiren ya da geliştiren faktörler olabilir. Böyle bir zafiyet olsa bile bunlar halka deklare edilmemeli, güvenlik güçleri ile konu paylaşılmalıdır. Gerek ülkemizde gerekse yurt dışında zaman zaman basına yansıyan telefon dinlenmeleri konusundaki söylentilerin asılsız olduğu ve bunun bir hukuki zemininin olduğu telkin edilmelidir. Aksi taktirde bir arkadaşımın şahit olduğu gibi, sokaktaki simitçi bile 'telefonda konuşmayalım ağabey, benim telefonum dinleniyor' diyebilir. Nitekim toplumumuzda bir 'telefon dinlenmesi' paranoyası almış başını gitmektedir. Bu noktada tabiki toplumsal paranoya örnekleri sadece telefon dinlenmesi ile sınırlı değildir. Siyasi ve ideolojik bir çok paranoyaya varan komplo teorileri ortalıkta dolaşmaktadır. Bu konuda akli selim davranmalı, devlete ve güvenlik güçlerine güvenmeli, gerektiğinde vatandaşlık görevlerini yerine getirmemiz lazımdır. Diğer taraftan en korkulan durum da bürokratik zeminlerin, toplumsal paranoyanın etkisi altına girmesidir. Eğer bürokrat soğukkanlılığını kaybeder ve toplumsal paranoyanın atmosferinden etkilenirse, bu durumda çıkacak yeni genelgeler ve yönetmelikler toplumun hayat biçimini olumsuz etkileyebilir ve gereksiz yere bireysel özgürlükler kısıtlanabilir. Hiç kuşkusuz özellikle güvenlikle alakalı bürokratların bir akli selim hudutları içerisinde hareket ederek, bir yandan halkın güvenliği konusunda tedbirler alırken öbür yanda özgürlükleri kısıtlayıcı uygulamalardan uzak durmalıdırlar.
Gelir dağılımının gözetilmediği hızlı sosyal değişim, toplumlardaki önemli bir sosyal sermaye unsuru olan güven duygusunu zayıflatabilir. Özellikle kurumlarla ilgili halkın aleyhine olan gelişmeler, bir takım imtiyazlı kişilerin oluştuğu kanaatleri, siyasette acımasız ve kuralsız rekabet, özellikle sevgi ve hoşgörü ortamından uzaklaşmanın meydana getirdiği toplumsal ayrışma ve keskinleşme sadece bireyler arasında değil, toplumun bir çok katmanı ve kurumları arasındaki güveni de ortadan kaldırır. Bu da ancak toplumsal ortak bilinç ve çabalarla çözülebilecek ciddi sorunları çözme inanç ve kararlılığını ortadan kaldırır. Eğer sosyal sermayenin her alan ve düzeydeki güven unsuru kaybedilirse bunun yerini çatışma, gerginlik kültürü ve çeşitli paranoyalar alır. Bu durumda ise sürekli bir şeylerin tehdidi altında hissetmek ve günlük hayatın rutin döngülerini bile birer tehlike kaynağı olarak görmek ve toplumun her safhasına yayılmış müzmin bir kuşkuculuk altında yaşamak söz konusudur. Paranoyaya girmiş bir toplumda, normal standart ve ortalama zihinsel kalıpların ötesinde, temeli korku, şüphecilik ve güvensizlik olan bir düşünce sistemi yerini alır. Dolayısıyla sıradan olaylar bile hayali bir senaryoya, toplumun bu zaafını bilerek hain güçler tarafından oluşturulan terörist faaliyetler de binbir komplo teorisi ile yorumlanabilir hale gelir.” 
Dr. Yavuz, toplumu söz konusu kitlesel paranoyadan çıkarmak için, medyanın hassas davranması, güvenlik güçlerinin zafiyetini hissettiren yayınlardan uzak durulması, yöneticilerin istikrarlı kararlı tutumları ve birey olarak herkesin sevgi, saygı ve hoşgörü çerçevesinde, birbirlerinin hak ve özgürlüklerine empati yaparak ve bunu da bir yaşam biçimi haline getirerek ilişkileri sürdürmeleri gerektiğini sözlerine ekledi. 
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.