Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda Erzurum ve Sivas Kongreleri nasıl önemli birer kongre hüviyetindeyseler, kuruluştan sonra yapılan 15-21 Temmuz 1921 tarihli Maarif/Eğitim Kongresi, 17 Şubat-4 Mart 1923 İzmir İktisat Kongresi ve 1925 yılında Ankara'da toplanan Birinci Milli Türk Tıp Kongresi de o kadar önemlidir. Çünkü o yıllarda ülkenin Daru’l Fünun/Fenler Yuvası adıyla bir tek üniversitesi vardı. Her 5 kişiden birisinin veremli, her doğan yüz çocuğun ellisinin öldüğü, mektep ve medreselerin kapılarına kilit asıldığı bir ülkeydi. Şeker, un ve bez en kıymetli üç beyazdı. Demir, kömür ve gaz yağı ise en kıymetli üç siyahtı. Bu ihtiyaçların giderilmesi en büyük hedefti. İşte bu yokluklar arasında bu kongreler yapılıyordu. Cehalet giderilmeden, üretime geçilmeden sefaletin ve salgın hastalıkların önü alınamazdı. M.Kemal Paşa bir ilim sohbetinde “Avrupa’da olduğu gibi bizde de bilimde yasa bulan ilim insanlarımız var mı? sorusunu ortaya sorar. Aralarından birisi var paşam der. Paşanın sevinçten gözleri parlayarak kimdir der. İbn Sina var der. Paşa, peki hangi yasaları bulmuş? sorusuna biraz panikleyerek şu cevabı verir; İbn Sina’nın “el-Kanun fi’t-Tıb” yani Tıp Yasaları adlı eseridir efendim der.
Fen ve beşeri diye ayırmadan tümel anlamda ilimde yasa koyucu olmak, yasalar üzerine çalışmak ve yasa bulmak Avrupa’nın ödüllendirdiği ve takdir ettiği bir üst değerdir. Nobel ödülü buna iyi bir örnektir. Henüz ilimde biz bu seviyelere gelmediğimiz için takdirden daha çok kolaycılık olan alaycılık ve eleştiriciliği yeğlemekteyiz.
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Dumlu Aydın ve çalışma arkadaşları Atatürk’ün adına layık bir üniversitenin bilim insanları olarak son çalışmalarınıinternette gezinirken gördüm. Çok sevindim. Çalışma önce uluslararası bir dergide İngilizce olarak yayınlanmış ve daha sonra Almanya’da DISCOVERY OF TASTE ROSEA OF HEDONIA / CANLILARIN YARATILIŞINDA VE KADERİNDE ÖNCÜ ROL OYNAYAN HAZ HÜCRELERİN KEŞFİ adı ile kitap basılarak meşhur Amazon yayınevi tarafından dünyaya dağıtılmış. Kitabın tanıtımı birkaç dilden yapılmış. İsteyen okurum kitabın ismini GOOGLE sitesine yazınca ekrana çok sayıda yayınevi tarafından yapılan tanıtımı ile çıkmaktadır. Arka kapakta kitabı tanıtan ilginç bir paragraf ta mevcuttur. “Canlıların beslenmesinde ve oluşumunda gerekli hazzın idrak edicileri dil ve üreme organlarıdır. Dildeki tat hissi ve tomurcuklarının fizyoloji ve anatomileri üzerine sayısız keşif varken; üreme için gerekli olan aşkın hazzını hisseden benzer bir mekanizma henüz keşfedilemediğinden, cinsel haz asırlardır psikolojik bir fenomen olarak düşünülmüştür. Sigmund Freud, bu hücreleri araştırmak için patoloji ihtisası yapmıştır ve sadece ön izlerine rastlamayı ümit etmiş, ancak o dönem teknolojileri ile bu hücreleri tanımlayamamış, sade var olabileceklerini düşünmüştür. Freud bu bilgileri ‘’FROM NEUROLOGY TO PSYCHOANALYSIS’’ isimli eserde toplamıştır. Bu hücrelerin var olduğuna dair ilk öncü çalışmayı yapan ekip, dildekine benzer haz tomurcuklarına üreme organlarında da rastlamıştır. Çalışmalar daha ileri düzeyde inceleme ve araştırmaları gerekli kılmaktadır. Cinsel salgılarda bulunan en kaliteli şekerlerden olan fruktozun görevinin, sperm, ovum ve zigotu beslemek olduğu inancıyla; bu früktozun cinsel oranlarda da varlığı muhtemel tat tomurcuklarını uyararaktan cinsel hazzı üretebileceğine ilişkin bir keşif yapılamamıştır. Bu kitapta, üreme organlarında da bulunan ve fruktoz tarafından uyarılarak cinsel hazzı üreterek ilk yaratılış enerjisini tetikleyen tat tomurcuklarının tarihte ilk kez tarafımızdan yapılan keşif hikayesi sunulmaktadır. Bu hücreler, cinsel hazzı hissederek sevginin maddesel kökenini açıklarken; oluşacak sperm ve ovumun kalitesini de tayin ediyor olabilir. Yapılan ilk aşama çalışmalarında, bu hücreler ne kadar sağlıklı ise bunlardan yaratılacak olan canlının beyni de o kadar mükemmel oluyor. Fruktoz beyin için olmazsa olmaz bir akaryakıttır. Früktoz eksikliği ya da kullanım bozukluklarında ciddi zeka problemleri, bunama ve demans olmaktadır. Gereksiz yere cinsel enerji tüketimi aşrı früktoz israfına neden olacağı için tehlikelidir ve erken bunamaya da yol açabilir. Özetle bu hücreler nükleer santral gibidir. Uygun kullanıldığında sağlıklı bireyler; uygun kullanılmadığında ise hem zihin, hem beyin, hem beden ve hem de ahlaki seviyesi düşük bireylerden mürekkep bir toplum oluşmaktadır.”
İbn Sina’nın “İlim ve sanat takdir edilmediği yerden göç eder.” sözünü iyi idrak ederek değerlerimizin kıymetini bilelim. Bu çalışmaya imkân veren Atatürk Üniversitesi’ni, Tıp Fakültesi’ni ve Prof. Dr. Mehmet Dumlu Aydın ve çalışmaya katılan bilim insanlarını şahsım adına tebrik ederim. İnşallah eser Türkçeye tercüme edilerek okurlarla en kısa zamanda buluşur.