Fransa’nın dini terör adına işlenen bir seri cinayetle başı dertteyken, ülkemiz otuz yılı aşkındır dini, etnik, siyasi ve ideolojik terörle mücadele içerisinde otuz bini aşkın vatan evladını toprağın bağrına verdi. Dün İmparatorluğu parçalama sürecinde hilal ve haç kol kolayken bugün de başta komşularımız Yunanistan, Irak, Suriye, Sovyetler Birliği, Ermenistan, İran ve bazı Batılı müttefiklerimiz aynı dayanışma içerisindeler. Bunların ülkemizde her türden teröre -özellikle de etnik teröre- nasıl yardım ve yataklık ettiklerini duymayan kalmadı. Hatta “sağır sultan” bile duydu. Durum böyleyken dünyada İslamiyet adına işlenen terör olaylarından sanki biz sorumluyuz gibi, siyasetçilerimiz de -İslamiyet adına- işlenen terör olaylarından “İslamiyet sorumlu değildir.” diye demeçler vermektedirler. Batılı ülkeler karşısında bu dilekler bir anlam ifade ediyor mu bilinmez. Bununla beraber terörün kaynağı olan ülkeler acaba bizi Müslüman ülke sayıyor mu! dersiniz.
Milli Mücadelede Mustafa Kemal ve silah arkadaşları vatanın kurtuluşu için savaşa atıldıklarında karşılarına ilk çıkan İslamiyet adına fetva veren iç ve dış hainler olmadı mı? Kâfiri yurttan kovan insana kâfir damgası vurulmadı mı?
1943’de Pakistan’ın Lahor kentinde bir Müslüman gazeteci bizim gazetecilere:
-Siz nasıl Müslümansınız? Kur’an “Cihat fi sebilillah/ Tanrı yolunda savaş” emretmiştir. Hıristiyan âlemi ile Cihat yapmaktan başka nasıl bir dış politika güdebilirsiniz? demiş.
Buna ne cevap verilmeliydi?
Yüzyıllarca Avrupa Hristiyanlığı ile dövüşürken ordularımıza kaç gönüllünüz geldi. Biz haçlı seferlerine maruz kalırken hele İran büyük enerjisini bırak yardım etmeyi, İslam toplumlarının huzursuzluğu için harcadı.
Bir başka hatırada şöyledir:
İzmir zaferinden sonra Ankara’ya bir Mısırlı vatansever gelmişti. Atatürk’e:
-Ne olur bağımsızlık savaşımızda bizim de liderimiz olun, demiş.
Atatürk sormuş :
“- Bu savaş için kaç bin vatandaşınız ölmeye hazırdır?
O şahıs düşündükten sonra:
-Efendim ölmeye öldürmeye gitmeden yapılamaz mı? demiş. (Kurtuluş/Falih Rıfkı Atay)
Ah biz Türkler tarih boyunca milletlerarası bir fedailer sayımı yapılsa, yanımızda bir ikinciyi bulabilir miyiz? Arap ve İran tarihlerine bakın biz neredeyiz bu fedakârlığımıza rağmen. Yokuz yok…..
Din adına insan öldürmenin ve terör adına işlenen cinayetlerin insanlık açısından kabul edilir yanı yok. Ülkemizdeki etnik terörü kucağında büyüten bu ikiyüzlülüğüyle Fransa’nın dünyayı ayağı kaldırarak diplomatıyla, siyasetçisiyle, aydınıyla, gazetecisiyle, kilisesiyle velhasıl yediden yetmişe terörü lanetleyerek birlik ve dirlik içerisinde yekvücut olduğunu gördük. Ülkemizde ve diğer İslam topluluklarında her ne ad altında yapılırsa yapılsın, bu gibi vahşeti kınamalıyız.
Yıkılmış bir Türk-Osmanlı İmparatorluğu’nun külleri arasından Kuvay-ı Milliye ruhuyla Milli Mücadelesini vererek kurulan Türkiye Cumhuriyeti, “Yurtta sulh cihanda sulh!” ilkesini kendisine şiar edinmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, cumhuriyet rejimiyle, demokrasi ve laiklik prensibiyle kurduğu devletini ve medeniyetini gıpta ile bakılacak bir seviyeye getirmeye ahdetmiştir. Ancak belirtmeliyim ki, böyle insani bir ülkünün ve felsefenin kendi yurttaşları tarafından özellikle de üniversitelerince ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yer alan seçilmişlerince iyi anlaşılmamasının derin hüznünü yaşamaktayız.
Ülkemiz insanı sağcı, solcu, ortacı, ilerici, gerici, yobaz, devrimci, halifeci, inkılapçı velhasıl içleri doldurulmamış düşmanlık üzere kurulmuş bir yığın kelimeler sürüsü ile avunmaktadır. Bunu da birileri terör meselesi, iç çekişme meselesi yapmakta, gençlerin o güzel ve değerli hayatları, enerjileri ve yetenekleri boş yere heder edilmektedir. Zira bu kavramların içerisini anlamlandırın, doldurun dendiğinde kavramlar buharlaşmaktadır. O halde içi boş kavramlarla niçin bu gönül kırmalar, düşmanlıklar… İthal kavramlarla avunmaya, düşmanlıklara artık yeter.