Türk halk müziği sanatçılarımızın en eskilerinden, sevenleri tarafından “Türkülerin Paşası” olarak adlandırılan Raci Alkır, şehrin yedi göbek yerlisi… 1933 yılında Erzurum’da Yukarı Hasan-i Basri mahallesinde doğduğunda; babası Şefik Bey, günümüzde sadece bir bölümü ayakta kalan tarihi Mısır otelini işletiyor ve bunun yanında canlı hayvan ticaretiyle iştigal ediyordu. Devamlı kırmızı kuşak taktığı için Alkuyruk lakabıyla anılmaktaydı. Annesi Şadiye Hanımı ise, savaş sonrası Ardahan’dan gelirken getirmiş Şefik Bey…
Asıl mesleği terzilik olan sanatçı; daha altı yaşındayken, babasıyla birlikte Muhammed Lütfi Efendi’nin dergâhına gidip gelmeye başlamıştı. Daha o yaşlarda ilahi okumaya başlayan Raci Alkır’a defiyle eşlik eden kişi ise; haliyle, tavrıyla kendine has bir karakter olan ve Naim Hoca adıyla tanınan Naim Gölleroğlu’dur.
Usta-çırak disiplini altında terzilik mesleğini öğreniyordu ama aklı fikri müzikteydi. Sanata gönül vermiş her sanatçı da görüldüğü üzere, onun içinde de, daha çok küçük yaşlarda halk müziğine karşı çok büyük bir istek vardı. Bunun için de; bir yandan terzilik mesleğini sürdürürken, bir yandan da türkülerle yeni yeni kurmaya çalıştığı bağı kuvvetlendirmeye uğraşıyordu. Ancak ailesi, özellikle de babası onun müzikle uğraşmasına pek sıcak bakmıyordu. Fakat daha sonra bu fikrini değiştirdi ve onu gideceği yolda serbest bıraktı. Raci Alkır bir sohbetinde bunu şöyle anlatıyordu:
“Askerden önce babam türkü söylemeye bırakmazdı. Askerden sonra, babamın da dinlemeye geldiği bir konserde müptelâ, makber falan okudum. Salon inip kalkıyor. Neyse ondan sonra karışmadı daha...”
1955 yılında, o günlerin Erzurum’unun sanat muhitlerinde çok önemli bir yere sahip olan “Halk Oyunları ve Türküleri Derneği”ne devam etmeye başladı. Böylece; Türk Halk Müziğiyle kurduğu bağ daha da kuvvetlendi ve 1960 yılında “Doğudan Sesler” korosuna girdi. 1967 yılına kadar haftada iki gün, henüz yeni kurulan TRT Erzurum Radyosunda canlı program yapan “Doğudan Sesler” korosu, Erzurum Halk Oyunları ve Halk Türküleri Derneğinin elemanlarından oluşuyordu. Daha sonra bu koronun nerdeyse tamamına yakını, 1967 yılından itibaren TRT’ye iltihak ederek TRT Erzurum Radyosu Türk Halk Müziği korosunun ilk nüvesini oluşturdu.
O yıllarda Fikret KARAHAN, Nida TÜFEKÇİ, Ateş KÖYOĞLU, Talip ÖZKAN ve Ali CAN gibi; halk müziğimize büyük hizmeti geçen hocalarla çalışma imkânı buldu Raci Alkır... Bu durum ise; halk müziği hakkında daha sağlam bilgiler edinmesini ve söylemenin dışında da bazı çalışmalar yapmasını sağladı.
Erzurum'un yetiştirdiği Alvarlı Muhammet Lütfi ve İbrahim Hakkı Efendi'nin eserlerini okuyan sanatçı, derlemeci ve kaynak kişi olarak da Türk Halk Müziğine yayla havası, tatyan, ağıt, kırık, divan, müstezat ve uzun hava tarzında birçok türkü kazandırdı. TRT Erzurum Radyosu Türk Halk Müziği Korosunun en eskilerinden olan Raci Alkır’ın, o günlere dair anlattıkları kısaca şöyle:
“Erzurum Radyosunun ilk kuruluş yıllarından beri onunla hep iç içe olduk. Erzurum Halk Oyunları ve Türküleri Derneği olarak haftada iki gün müzik programı yaparak başladı onunla olan bağımız… O zamanlar bant olmadığı için bütün programlar canlı yapılırdı. Sonraları, bantlar gelince, kayıtları canlı yapmamaya başladık. Bu bizim için büyük bir değişiklikti. Nihayet 5-6 sene sonra bizi resmi olarak imtihana tabi tuttular ve ‘stajyer sanatçı’ hüviyetini kazandık, daha sonra da ‘sanatçı’ olduk. Radyoyla ilişkilerimiz hep artarak devam etti. 1983’e kadar idare ettim. Arkadaşların çoğu gitti, ben de dilekçe verip emekli oldum. Ama sanatçının emeklisi olmaz, halen daha devam ediyoruz. Emekli olduktan sonra çok derlemelerim oldu. Erzurum’un folkloruna hizmet ettim, tasavvufî olsun, divan olsun, tatyan olsun, hepsini derledim.
Radyonun kuruluşunda, korumuzu yöneten Hulusi Seven ağabeyimizdi. O ilk zamanlardan isimleri aklımda kalan ses ve saz arkadaşlarımızdan bazıları şunlar: Fikret Tosuner, Dursun Üvez, Mükerrem Kemertaş, Yaşar Kökler, Cevat Sağıroğlu, Gülümser Gözüm, Zeki Orhan, Suat Işıklı kardeşi Nihat, Nuri Güraksın, Osman Mavioğlu, Muammer Özkavcı. O zaman ‘Doğu’dan Sesler’ adıyla nam salmıştık. Herkes ‘Doğu’dan Sesler’ saatini beklerdi dinlemek için. Özel türkülerimiz vardı; mesela ben, çok istek aldığından ‘O maral bakışın’ı sık sık okurdum. Arkadaşlarımızın okuduğu özel türküler vardı.
Türkü dedin mi, evde tandır başından çıkar eşikten dışarı çıkar, türkü budur. Türküler yakılan bir şeydir, kimsenin bestesi değildir, derlemedir, anonimdir. Ricamız türküleri değiştirmesinler. Yeni, genç sanatçılar bilenlerden öğrenip okusunlar.”
(Not: Son yıllarda, “beste türkü” denilen eserler arasından da kaliteyi ve geleneği öne alan ve TRT tarafından da bazı denetim aşamalarından geçtikten sonra repertuvara kazandırılan eserler var. Kişisel kanaatim, bu durumun, belli ölçüler dâhilinde desteklenmesi gerektiğidir. Tabii yine de işin uzmanları bilir.İ.B.)
Sanatçılığı profesyonel anlamda meslek olarak seçen Raci Alkır; 1966 yılında terziliği bıraktı ve 1971 yılında TRT Erzurum Radyosu Halk Müziği Korosu'na girdi. Söylediği türkülerle kısa sürede halkın sevgisini kazanan sanatçı, Kars'tan Edirne'ye kadar hemen her yörenin türküsünü okudu. Bu görevini 1983 yılına kadar aralıksız sürdürdü ve bu tarihte kendi isteği ile emekliye ayrıldı.
Raci Alkır; Türk Halk Müziğine 80’ e yakın eser kazandırmış, onun vasıtasıyla TRT repertuarına 23 türkü girmiş, böylelikle birçok eserin kaynak kişisi, derleyicisi olarak halk müziğine büyük katkıda bulunmuştur. Sanat hayatı boyunca TRT’de pek çok televizyon ve radyo programına katılmıştır. Bunun yanında 7 plak, 2 kaset ve 1 CD kaydı bulunmaktadır.
TBMM tarafından, türkülerinin bulunduğu "Klasikler" adlı CD, 5 bin adet, Erzurum ziyareti sırasında bir araya geldiği Kültür Eski Bakanı Atilla Koç'un destekleriyle "İlahiler" adlı CD'den ise; 4 bin adet bastırılmıştır.
Raci Alkır, Erzurum türkülerinin önemli kaynak kişilerinden biridir ve özellikle kendisine has ses rengi ve yörede tatyan olarak bilinen türküleriyle ün yapmıştır. Bazı türküler onun sesine çok yakışmaktadır. Güzel sesi ve geniş repertuarı ile bütün ülkenin tanıdığı ve beğendiği bir sanatçı olarak, çok sayıda uzun hava okumuş, ayrıca kaynak kişi ve derlemeci kimliğiyle TRT repertuarına birçok türkü kazandırmıştır. Bunların çok bilinen bazılarının isimleri şunlardır:
Aya bak nice gider, Beni Sorma bana, Bingöl bugün dumandır, Can bula cananını, Erzurum Kilidi Mülk-i İslam’ın, Hani yaylam hani senin ezelin, Kadem bastı gönül tahtı, Kapıda kavun yerler, Maşin gelir haralı, Nefis sen ölmez misin?, Seyreyle güzel kudreti Mevla neler eyler, Vardım eşiğine yüzümü sürdüm.
“Dağlarca Madımak'a neden ağladı?” başlıklı yazısında, ”(…)Türküler, hayatın içinden gelirler başka bir hayatta yolculuklarını sürdürürler. İnsanın, Anadolu'nun bütün öyküsü, acısı, mutluluğu, şehveti onların içindedir.” diyen yazar Doğan Hızlan; yazısının devamında, sözü Raci Alkır’a getiriyor ve onun; türküler ve türkü okuyan yeni nesil sanatçılarla ilgili görüşlerine yer veriyor:
“Raci Alkır’ın iddiasına göre; yeni yetişen ve türkü okuyan sanatçılar, eski türkülerle yetiniyorlar, yeni derleme yapmıyorlarmış. Genç sanatçıları hazır yiyici olarak gösteren bu iddia doğru mudur bilemem? Meslek içi bir tartışmanın açıklığa kavuşması lâzım. Uzmandan, bir derlemeciden geldiğine göre, gerçeklik payı büyüktür.
Hemen hemen her kanalda bir türkü programı var; CD'leri, kasetleri satılıyor, dinleniyor. Otantiklik kavramını tartışarak sonuca varmak için, uzmanların aydınlatıcı yazılarına bel bağlamalı. Programlar çok ama türkü konusunda incelemelere, ne gazetelerde ne dergilerde rastlanıyor. Öğretici, eğitici türkü programları yapılmalı, o zaman bilerek dinleyebiliriz.
Yıllar önce radyo günlerinde Mesut Cemil'in Neriman Altındağ ile birlikte yaptıkları programdan epey türkü öğrenmişimdir. Kimi seslerde türkü diye söylenenler bazen arabeskle akraba olup çıkıyor. Kötü aşılanma örneği.
Raci Alkır'ın bir eleştirisine ben de katılıyorum: Bazı türkülerin sözlerini değiştirip okuyorlar. Hele piyasa işi okumak, türküye yapılmış en büyük hakaret gibi geliyor. (…) Alkır'ın derlediği türküler her zaman severek dinlediğimiz eserler.
(…) TÜRKÜLER, derlemeler üzerine çok yazmamız gerekiyor.
Hele Adnan Saygun ile Bela Bartok'un, Muzaffer Sarısözen'in çalışmalarını düşündükçe bugün biraz tembellik mi yapıyoruz diye sorabilirim.” (Hürriyet Gazetesi,05/02/2001)
Yaşlılık zamanlarında bile müzikten kopmayan ve bütün ömrünü; doğduğu, yerlisi olduğu şehirde, Erzurum’da geçiren biri o… Dolayısıyla; yıllardır yaşadığı yerin eskilerini-yenilerini, kimin kiminle akraba, hısım olduğunu, soyuyla sopuyla tek tek tanıyıp biliyor. Öyle ki; bulunduğu meclisleri; hem söylediği türkülerle ve hem de geçmişe dair hatıralarla, yeri geliyor şenlendiriyor, yeri geliyor hüzünlendiriyor.
Sohbeti tatlı, şivesi zorlamadan uzak, sıkmadan dinletmesini beceren Raci Alkır; şimdi hayatta olmayan, şehrin tanınmış isimlerinden Hırtızlı Hafız’la ilgili bir hatırasını şöyle anlatıyor:
“Bir davette, Hırtızlı Hafız’la karşılıklı gazel okuyoruz. Epeyce okuduktan sonra dedim ki:-Hocam çok yordular sizi.
Dedi ki:-Bana bak oğlum, bize kimse bedava ekmek yedirmez.”
Sanatçının, dinleyiciye sitem içeren bu hatırasının ardından, yine bir başka hatırasını naklederken söyledikleri ise, onun hayata ve sanata bakış açısını ve bu işi yaparken kendince uyduğu ölçüyü çok net bir şekilde ortaya koymaktadır:
“-Gittiğim yerlerden pek para almadım. Canım sağ olsun. İyi yedim, içtim, gezdim. Sonunda da işi tatlıya bağladık. Hacca gittik hanımla. Hacda çok rahat ettim. Arafat’ta çadırda koyveriyorum gâzeli, ilâhiyi, bazen de türküyü. Anında çadırın önü kalabalıklaşıyor. Duyan geliyor. Hele de Erzurumlular... “
Bu anlatılanlar arasında en ilginç olanı rahmetli sanatçı Raci Alkır’ın hacda gâzel, ilâhi bazen de bunlara yakın formdaki türküleri söylemesidir. Erzurum’un tanınmış Avukatlarından Faruk Terzioğlu’nun, buna dair cümleleri şöyle:
”Arafat’ta çadırda bulunduğumuz sırada rahmetli Raci Alkır’ın ‘Kadem bastı gönül tahtı, a sultanım sefa geldin’ ilahisinin hoparlörlerden yankılandığını duydum. Çok şaşırdım. Bu gür sesin ona ait olup olmadığını anlamak için mikrofonun bulunduğu yere doğru yürüdüm. Az sonra yanılmadığımı anladım. Bu sayede hemşerim Raci Alkır’la o kalabalıkta buluşup, ayaküstü sohbet etme imkânı buldum.”
Dönemin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz ise bu olayın farklı bir yönüne dikkat çekerek, şunları aktarıyor: “Kutsal topraklarda bulunduğum günlerde Türkiye’den hac yapmaya gelenleri görmek için kaldıkları otelleri dolaştığım sırada Erzurumluların kaldığı otelde Raci Alkır’a rastladım. Bel ve ayaklarından rahatsız olduğu için otelde yatan ünlü ses sanatçının durumunu öğrenince hemen müdahale ettim ve Raci Alkır’ı Diyanet’in kaldığı otele kaldırarak tedavi ettirdim.”
Daha sonra da Arafat’a ihramlı olarak gittiklerinde gazelhanların ilahiler okuduğuna işaret eden Yılmaz, bu sırada Raci Alkır’dan da gazel söylemesini rica ediyor ve o da yukarıda adı geçen gazelle birlikte başkalarını da seslendiriyor.
Şair Ali Akbaş, bir şiirinde; "Kar erisin yaylalara göçülsün,
Yamaçlarda mor menekşe açılsın,
Rica et Raci'ye o da koşulsun,
Kerem et Mükerrem bir türkü söyle" diyerek; çok sevdiği türkülerle ilgili bir isteğini dile getirmektedir. Onun bu isteğini, geçmişte doldurduğu sayısız bandın radyo mikrofonlarından-en çok da TRT Erzurum Radyosundan- yayınlanmasıyla yerine getirdi Raci Alkır…
Hayatının son yıllarını fizikî bazı rahatsızlıkları sebebiyle evinden pek fazla çıkamadan geçirdi. Ne var ki; türkülerle kurduğu bağı yine de devam ettirmeye çalıştı. Oğlu Vahit Alkır’ın, kendinden ve diğer ustalardan elde ettiği bilgi ve görgünün yardımıyla türkü vadisinde bir yer edinmesinin çabasını verdi. Bu ise, halk müziği geleneği içerisinde yıllarca verdiği hizmetlerin, bu dünyadan ayrılışından sonra da sürmesini istemesinin ve süreceğine olan inancının bir işareti olarak görülebilir. Ve bugün folklorik değerlerimiz içerisindeki yeri çok önemli olan türkülerini, hem evladı ve hem de halk müziği sevdalıları, büyük bir aşkla ve şevkle okumaya devam etmektedirler.
Türkülerin söylendiği her yeri vatan kabul etme anlayışıyla gitgide büyüyen türkü coğrafyasının ve özelde de Erzurum’un yetiştirdiği değerli sanatçı Raci Alkır’ı, bu yazı vesilesiyle bir kere daha rahmet ve hürmetle anıyoruz.