“Eskiye rağbet olsa bitpazarına nur yağardı” diyen atamızın geçmişiyle ilgili nasıl bir kara kutusu vardı elbette bilemeyiz, ancak geçmişinde bir sıkıntı olduğu muhakkak!
Yaşanmış eski günleri bugünkülerle mukayese ettiğimizde bazı gençlerimiz dudak bükebilir, bazıları memnuniyetsizliklerini sözlü veya yüz hatlarıyla ifade edebilirler!
Haklılar; şimdiki gençlik belki de mutluluk nedir derken hoplamayı, bağırmayı, içmeği biliyor, görsel medyadan böyle görüyor, eğlenmeyi, mutlu olabilmenin bir elemanı olduğunu bilmiyor.
Mutlu olmanın belki de ilk şartı sevdiklerinle birlikte olmak, onlarla vakit geçirmek!
Eğlence arkadaşlığının köklere, sevgiye ihtiyacı yok, bencilliğe, paraya, sanal mutluluklara, şaşaaya, debdebeye ihtiyacı var! Oysa mutlu olmanın köklere, köklülüğe ve sevgiye ihtiyacı var!
Eski senelerde yılbaşı kutlamak gibi bir sıkıntı da yoktu! İnsanlar daha vakur, daha hoş görülü, istismarla ilgilenmeyen, daha çok akrabasına, arkadaşına sevgi duyan ve birlikte olmak isteyen kişilerden oluşuyordu. Komşusu, akrabası, arkadaşı yılbaşı için bir araya gelmişler mi, gelmemişler mi ben tenkit edeni duymadım!
Hacı Naim amcanın seneyi devriyesinde çocukları bir yılbaşı gecesi Gürcükapı Camisi’nde Hatim duası ve Mevlit okuttular, oradan bizim eve dönüp yemek yedik, çay içtik, muhabbet ettik!
Yılbaşı kutlamak başka milletlerin, başka inançların âdetidir veya değildir biz bunun üzerinde durup bir sorun etmezdik. Yılbaşı kutlamakla dinsiz olmak veya kutlamayarak dindar olmak gibi oldukça iri ve gerçekçi olmayan bir tez etrafında tartışmazdık.
Yakın uzak akrabalarla bir arada bir aile büyüğünün evinde aynı masada oturmak, sohbet etmek, radyo dinlemek bana hala çok masum gelmektedir. Ben hâlâ sosyalleşmek için bir vesile sayarım.
1962 yılbaşı akşamında hiç unutmam rahmetlik amcamla babam eve gelirken bana oyuncak dört atlı bir araba almışlardı, naylondu, naylon daha hayatımıza yeni girmişti. Atlı arabanın uzunluğu belki onbeş yirmi santimdi. Evde bir sürü çok daha pahalı oyuncağım da vardı, ama o arabayı yılıyla birlikte nedense hiç unutmadım.
Annem, babaannem, anneannem, halam, teyzem, yengem birlikte yemekler, kadayıf dolmaları, sütlaçlar, salatalar yaparlardı. Sonra kuzenlerim eklendiler, büyüdüler ve biz o geleneği uzun yıllar sürdürdük. Bir masa etrafında yirmi kişiyi geçerdi. Kimsenin kavga ettiğini, birbirlerine laf sokuşturduklarını görmedim. Godida beşe, beşe diye duyduğumuz tanıdık sesiyle patlamış mısır satan amcanın mahalleye geldiğinde elimizde derin kaplarla almaya koşardık.
Büyük Postane’nin arkasında oturan dedemlerden gece eve gelmek oldukça zor bir işti. Otobüs saat 22.00’dan sonra olmazdı. Fayton çok nadir, olsa bile en az iki fayton lazım ve bir kısmımız yürürdük. Karlar ayaklarımız altında gıcır gıcır ses çıkarırlardı. Ve ben Saray Sineması’nın önünden geçerken korkuyla geçerdim, dedemlerin evlerinden yangında nasıl yandığını görmüş korkmuştum. Daha ilkokula gitmiyordum ve hala yangın dediler mi aklıma çocukluğumun Saray Sineması geliyor.
Ve yılbaşı geceleri dediler mi, gençliğimde Gez mahallesi aklıma geliyor, Demirevler, İstasyon ve arkadaşlarımla birlikte kutlamalarımız. Ve Gez Mahallesi’nin sisli karlı geceleriyle çatılardan sarkmış buz kümelerinin ardında kalan hayalleriyle ve sisler ardındaki sırlarıyla! Bilmem ki hiç İstasyon tarafından gelen caddeden İstanbulkapı’ya sabaha doğru havaya baktığınız oldu mu? Sisler içinde bir ay ve rengi kızıla çalan üstündeki örtüsüne damlamış buzlardan gözyaşları göreniniz olmuş mudur? Bu gözyaşları Erzurum dışında yaşayan Erzurumlulara ait nedamet gözyaşlarıdır belki de!
Ve hâlâ yılbaşı dediler mi aklıma hep çocukluğum, gençliğim, dede ve nenelerim, sevgili amcalarım geliyor.
Şimdi yaşlıların genelde yılbaşı geceleri tek başlarına geçiyor! Aptal bir televizyon karşısında, cep telefonlarının gıcık mesaj sesi ve Allah eksikliklerini vermesin akraba, arkadaş, eş dostların kimi tebrik kimi yılbaşını reddeden mesajlarıyla!
Elinde çay, kulaklarda kar gıcırtısı, kalplerde kalan çok sevdiğimiz canım yakınlarımızın sesleri, hayalleri ve artık godida beşesiz yılbaşı geceleri ve hayal dünyası insanları acı şeker tadında bir seçenek sunuyor; yaşlılara!
Ne var ki; eskiler gibi olmak varken; neden, ne kadar şanslıymış dedelerimiz, ninelerimiz, ana-babalarımız, ne kadar şanslıymışlar, onlara üzülürdüm, şimdi kıskanıyorum, açıkça! Hep sevdikleriyle beraber oturmuş, kalkmışlar iyi günde kötü günde! Gerçi iyi günde yanında olmayan zaten kötü günde de yanında olmuyor ya! Çocuklarımızın artık yılbaşı ile ilişkili aile büyükleri ve bireyleriyle ilgili hatıraları olmayacak!
Amcam; “yeme de yanında yat” derdi; ben de öyle yapıyorum!
Metin Özer 7 Yıl Önce
Ne güzel yazmışsın sevgili abim. Yüreğine, kalemine sağlık.
Necla Komesli Ata 7 Yıl Önce
Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.Hepimizin özlediği yıllar.Sağol,hep varol.