Ana var, anacık var, baba var, baba var!

Dünyaya geliş sebebi olarak ana babadan söz etmiyorum. Bu fizyolojik bir sonuç. Daha çok ana baba olmakla ilgili düşüncelerimi ise çok insan eminin beğenmeyecektir. Çok insan ana babasını özel bilir, özel sever, özeldir hatıraları, yalnız kendileri arasında geçmiştir. Sonra özler, sonra bazı derin pişmanlıklar vardır; sonra suçlamalar!

Bir meslek sahibi, bir ustalık olma işi zahmetlidir, eğitim ister, eğitime usta, ustaya çırak, çıraklıktan sonra kalfalık!

Ana baba olabilmek için bir eğitime, bir öğüte ve bir ustaya, öğretmene ihtiyacı yok mudur, sahi?

Böyle bir okul olsa; ana babalık yapabilmek için mesela bir KPSS sınavı açılıp, mülakatla (ona da razıyım( !) ) ana babalık diploması verilse; ne olur?

Aklı kesmeyen çocuğuna dayak atıyor, yol ortasında şamarlıyor, sonra ağlamasın sussun diye yeniden dövüyor. Çocuk ağladıkça ana olacak kadın çocuğa şamar indiriyor. İğrenç bir şiddet! Kendine sorarsan; o ana!

Hastane ’de koluna serum takılmış on yaşlarındaki bir çocuk ağlıyor ve kendisinin en az dört katı ağırlığındaki baba çocuğun bir eliyle sabit tuttuğu çenesine sert şamarlar indiriyor; çocuk bütün çığlığını içine gömmüş, korku gözlerle etraftan yardım istiyor. Müdahale ettim, bana da saldıracaktı, vaz geçti, ertesi günü bir yazıyla ihbar ettim. Kameralar önündeki bu dehşet için şikâyette bulundum. O da bir baba ve dövdüğü bir çocuk, bala!

Çocuğunu her gün döven, hakaret eden, hatta aletle yaralayan, aç bırakarak terbiye eden babalar tanıdım, gördüm!

Ben anamı, babamı elbet çok özel bulur, sever, özlerim! Allah bilir evlatlık da etmişimdir! Ama her analar, babalar gününde dayak yiyen, dövülen, hakarete uğrayan çocukların yaslarını tutarım. Şimdi neredeler, nasıllar, ne yapıyorlar diye? İşte meşhur 0-6 yaş çocukluk hikâyeleri veya çocukluk kâbusları aklıma gelir; gözlerim buğulanır, içimden sessiz isyanımı sunarım zalimlere!

Zamanımızın çocuklarının çoğusu sen adam olmazsın, senden bir şey olmaz motivasyonuyla (!) büyümüştür. Konuşmak yasak, ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur, şarkısına uyumlu olarak elbette ki! “Onun gözünde böylesi bir hiç olduğum yönündeki kahredici düşünceyle yıllar sonra bile acı çektim.” Kafka, Baba’ya Mektup! Buyurun!

“Sokaklarda kurtlar gezen köy.. Karanlıklarında neon ışıkları değil, kurt gözleri parlayan gece ve kurtlar sofrasında bir tadımlık çocuk; beş yaşında Cahide.. Böyle bir sofradan kalan minimini bir el, Cahide’nin eli.“ Arif Nihat Asya. Bu gerçek hikaye beş yaşında ağlayan çocuğu sussun diye gece kapının önüne koyan ana-baba hatırası..

“Yazdıklarım seninle ilgiliydi, orada senin göğsünde yakınamadıklarımdan yakınıyordum”, “Sonunda sustum, önceleri belki inattan, daha sonra ise senin karşında ne düşünebildiğim ne de konuşabildiğim için.”. “Bana kendimi bağışlamayı öğretebilirdin”. Franz Kafka; Baba’ya Mektup! Ve Kafka’nın Babası bu mektubu okuyamadan ölmüş, ben okudum, benim için hüzün ve hayat için bir ders demekti.

Bir babanın, bir annenin bu kitabı okuması ne kadar elzem görünüyor.

Analık, babalık, evlatlık ve bunları anlamlandırabilmek..

Sadece canım ciğerim, sevdiğim, kurban olduğum ile olmuyor..

Ana baba olabilmek, evlat olabilmek eğitimle alakalı!

Dövmek, sövmek ve hele bağırmakla olmuyor, tehditle büyüyen çocuk tehditle devam ediyor, ya korkuyor, ya saldırıyor!