İnsanlığın, yeryüzünde kendini tanımaya çalıştığından beri; ruhu acıtan bir duygudur aşk.
Adem ile havadan süregelen bu süreçte neleri götürmemiştir ki aşk? Leyla ile Mecnun, Ferhad ile Şirin, Kerem ile Aslı, Abelard ve Heloise... Daha niceleri...
Çöllerde, gözünü Leyla’sından başkasını başka bir nesneyi görmeyen, onun için açlık susuzluk... Hiçbir engel dinlemeden aşka yönelen Mecnun’u bilirsiniz. Peki, aşkı uğruna dağları delen, kimi görse şirin zanneden Ferhad’ı? Ya dayısı Abelard’ı hadım ettiği halde, yine de ondan vazgeçmeyen Helosiese’i? İşte aşkın tarih içinden gelen ve hala günümüzde devam eden birkaç öykü...
Aşk her zaman kazanıyor mu? Gelin görün ki tarihe bir göz attığımızda, hatta çevremize şöyle göz ucuyla bir baktığımızda, aşkın neleri göze aldığını fakat bunun sonucunda ne denli acımasız olduğunu görürüz.
Nice oyunların, öykülerin, romanların, şiirlerin, mektupların ana teması olmuştur aşk. Ne var ki çoğu zaman sonu hep hüzünle donatılmıştır.
İnsanların çevrelerine karşı pasivize olmaları, sonu hep hüzünle donatılı aşkların birer sonucudur. İnsanların sosyal yaşamlarında kedercil duygulara bürünmeleri ve bunun neticesinde, hayat sisteminde istediği koordinatları edinememelerinin temel nedenlerinden biridir, sonu hüzünlü biten aşklar.
Tüm olumsuzluklara rağmen bu dirençten, bu dirençten, bu muammadan vazgeçmeyecektir aşk. Bilinir ki aşksız olmaz. Hayatın hangi noktasında olunursa olunsun, her zaman vardır aşk... Öyle ki, aşk yokken de vardı aşk...
“ Aşk olmasaydı eğer,
Seni yine severdim ...“