I.Meşrutiyet öncesi ve meşrutiyet yönetimi oluşturulduğu seçimlerde demokrasiye geçiş isteği çok yüksekti. Ancak ilk deneme olduğu için yasal alt yapı demokrasi kurallarını içermiyordu. Batıda demokrasiyi yerinde gören az sayıda aydın demokrasiyi biliyordu. Geri kalan halk sadece “demokrasinin iyi bir şey” olduğunu duymuştu. Resmi çevreler ve padişahın ise demokrasiyi tam bilmediklerini düşünüyorum.
Bir imparatorluğun demokrasiye geçmesi çok zor bir durumdur. Devleti oluşturan halkların kolay kandırılması, dış propaganda ve iç cehalet halkı bölmeye yeter eksikliklerdi. Tam da bu koşulların geçerli olduğu bir ortamda 1876 yılında I. Meşrutiyeti ilen ettik. Nitekim eğitilmemiş, bölünmenin zararlarını anlayamamış vekillerden oluşan parlamento, devletin bir an önce parçalanmasını istiyordu. Vekillerin çoğunluğu Türk olmayanlardan olmasa bile milli bir imparatorluk fikrinden çok uzak Müslüman azınlıklardan milletvekilleri ile kendi milliyetçiliğinin fakına varmış Hristiyan unsurlar birleşerek parlamentoda devletin aleyhine karar alıyorlardı. Abdülhamit savaşa girmek istemiyordu. Ama parlamento savaş kararı almıştı. 1877 Rus savaşına böyle girmiştik. Bu ve benzeri ihanet işaretleri nedeni ile I.Meşrutiyet parlamentosunu kapattı. Böylece ilk demokrasi denemesi başarısız oldu. Kısaca ne halk nede yönetim demokrasi uygulayacak kadar demokrasi okuryazarı değildi.
1908 yılında II. Meşrutiyet ilan edildiği zaman ise yine demokrasiden haberi olan insan sayısı azdı. Millet yeni arayışlara girmişti.” Üç tarz-ı Siyaset” tartışılıyordu. Bir kısım aydın sayılabilecek insanlar Osmanlı olarak devem edelim, diyordu. Diğer bir kesim de Türk Milliyetçiliğinin etkin olmasını istiyordu. Başka bir grup da İslamcı bir siyasetle devam etmek gerektiği savunuyordu. Meşrutiyet ilanından sonra Milliyetçi- Batıcı karışımı olan fikirlerinde temel bir tutarlılık olmayan ittihat ve terakki iktidar oldu. Demokrasi emekleme dönemindeydi. Ama demokrasiyi doğru bilen aydınlar bile yoktu. Zaten İslamcı ve Osmanlıcılar demokrasiye karşıydılar. Devlet yıkıldıktan sonra, az çok ittihat ve Terakkicilerle ilişkisi olanlar ve Türk Milliyetçileri milli Mücadeleyi kazandılar.
Mustafa kemal Paşa ve etrafındaki çoğu asker olan kadro iyi eğitimliydi. Demokrasiyi biliyorlardı. Ama halk katmanlarında demokrasinin ismini bile duymayan büyük nüfus vardı. Basit okuryazarlık halk arasında %0,7 kadardı. Saray ve yarı aydın çevrelerde bu oran %7 civarındaydı. Şüphesiz bu şartlarda demokrasi uygulanamazdı.
Buna rağmen Mustafa Kemal ve kadrosu iki kez demokrasi kurmak için girişimde bulundu. Bunlardan ilki 1924 yılında kurulan Terakki Perver Fırkasıydı. Partinin kısmi olarak kadrosu cumhuriyete bağlıydı. Ama birden canlanan muhalefet, partiyi kısa zamanda büyüttü. Ancak muhalefetti, ama nasıl muhalefet? Milli Mücadele sırasında Kuvay-i Milliye’nin mücadele ettiği isyancıların başını çektiği bir muhalefete yeni kurulan devletin tahammülü yoktu. Kısaca bir demokrasi durumu yok, eski hesapları öne çıkarıp öç alma ya da mevcut devleti yıkma hali ortaya çıkabilirdi. O nedenle önlendi. Henüz demokrasiye hazır hazır değiliz görüşü ağır bastı.
Daha sonra 1930 yılında bir Serbest Fırka denemesi yapıldı. Burada şöyle bir ümit vardı. Serbest Fırka’nın çekirdeği kısmen sol ve daha eğitimli bir kadroydu. Bunların Marksist- Leninist olmadıkları, sosyal demokrasiye yakın oldukları düşünülmüştü. Gerçekten öyle olanlar da vardı. Ama esas başı çekenler ilginç bir ortaklık oluşturuyordu. Hem Marksistler hem de cumhuriyet düşmanları birleşmişti. Atatürk’ün Lenin ile arası iyiydi, Ama Komünizme de tahammülü yoktu. Üstelik diğer cumhuriyet düşmanı muhaliflerle işbirliği kurulmuştu. Bu denemeye de son verildi. Üçüncü denemeye Atatürk’ün ömrü vefa etmedi. Onu da İnönü yaptı.
Buradan anlaşıldığına göre Atatürk demokrat bir şahsiyetti. Ancak rejimi devletin bekasından üstün tutamazdı. Öyle de yaptı. TBMM’ye her halde güvenmesi, Milli Mücadeleye TBMM’ile eşgüdümlü yürütmesi de onun aslında demokrat olduğunu gösterir.
İnönü biraz da Rus baskısı nedeniyle Batı’ya tam yaslanmıştı. Onların şartlarından birisi de demokrasiye geçmekti. 1950 yılında demokrasiye geçildi. Geçildi ama halk hala daha demokrasinin ne olduğunu bilmiyordu. Sadece iyi bir rejim olduğunu biliyor, bunun bir sihirli değnek olduğuna az çok inanıyor, oyunu yine de kullanıyordu.
Bugüne kadar geçen zamanda olanları yazmaya girişirsek uzun sürer. O ndenle daha özlü bir anlatıma ihtiyaç olduğu ortaya çıkıyor.
Günümüzdeki durum nedir biraz da ona bakalım: 1950 yılında önceden yapılan bazı hazırlıklar sonucu demokrasiye geçtik. Bu tarih çok önemlidir. Ancak halkımız yine demokrasi hakkında yeterli bilgi ve kültüre sahip değildi. Merhum babamdan hatırlıyorum. Demokrasiye “demirkrasi”, demokrat partiye de “Demir kırat partisi” derdi. Çok basit kurallarla demokrasinin oluştuğunu düşünürdü. Halkın çoğu da böyleydi.
İki büyük darbe ve küçük ara darbelerle 2017 yılına kör-topal bir demokrasi ile geldik. 2017 Nisan ayında yapılan sakat bir referandumla demokrasiden yaklaşık tamamen ayrıldık. Eşi benzeri tanımlanmamış bir tek adam sistemine geçtik. Kısa bir sürede, yeni “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” yaklaşık üç yılda ülkemizi her bakımdan tükenme noktasına götürdü. Şimdi bundan güçlü bir demokrasiye temel olmak üzere hızla çıkmamız gerekiyor. Ancak halkımız halen demokrasiyi bilmiyor. İki yıl önce dünya çapında yapılan bir araştırmanın Türkiye ile ilgili olan bölümünden kısa bir kısmı verirsek durum anlaşılır: Türk Halkının %43’ünün Türkiye’de “demokrasi var ve uygulanıyor” diyor. Halkın %89’unun “Demokrasi çok önemlidir. Uygulanmalıdır” diyor. Türk yurttaşları için bu konuda şöyle bir analiz yapabiliriz: %43’ümüz demokrasinin ne olduğunu bilmiyor, ya da bunlar arasında bildiği halde siyasi nedenlerle demokrasi var diyebiliyor. Aslında Türkiye’de demokrasi yoktur. Demokrasinin 23 kuralından hiç birisi uygulanmamaktadır. Uygulanır gibi görünen bir iki kural sayılabilir. %89 demokrasi yok ama olsa iyi olur demek istiyor. Bunlar arasında yukarıdaki%43’ün çoğunluğu da bulunuyor. %11 de demokrasiye inanmıyor.
Bu rakamlar fena değil am hepsi demokrasinin gerçekte ne olduğunu bilse demokrasi rejimine geçmemiz mümkündür. Sadece mümkün olmak yetmez, demokrasinin devamını sağlayacak bilim ve kültüre ihtiyaç vardır. Ben şahsen yeniden gerçek demokrasiye geçeceğimize inanıyorum.