Ne olur; eskisi gibi mahallelerde, sokaklarda keselim, kurbanlarımızı, ben de temizleyeceğim ellerimle, yemin ediyorum, söz veriyorum, haydi dönelim eskiye; ne olur? Sizlerin kurbanlarınızı da ben dağıtacağım… T.Gülseven
Eski kurban bayramlarında mahalle ve sokaklarda kurbanlar ortalıkta kesilirdi. Ortalık çok kirlenir hatta bir Erzurum deyimiyle batardi. Ama nasıl güzel sahneler olurdu, mahallede herkes dışarıda, bayramlaşma, kasaplarla komşulara ortak çay baklava veya kurban eti ikram etme. Kasap ararken bile onlarca insanla bayramlaşırdık. Ne güzeldi, ne güzelmiş. Şimdi ürkütecek kadar soğuk ortamlar, sokaklar sessiz, sokaklar kimsesiz, kurbanlar daha yetim…
Her eve kurban eti girerdi; önce dağıtılmaya kurban kesemeyenlerden başlanırdı…
Ne olur; eskisi gibi mahallelerde, sokaklarda keselim, kurbanlarımızı, ben de temizleyeceğim ellerimle, yemin ediyorum, söz veriyorum, haydi dönelim eskiye; ne olur? Sizlerin kurbanlarınızı da ben dağıtacağım…
Telefonda sesi üzgün ve kırgındı. Haklıydı. Sabahtan beri komşulardan et beklemişti ve et gelmemişti. Yetmezmiş gibi evlerinin karşısındaki parkta, balkon altlarında hatta balkonlarda yakılan mangallardan etrafa yayılan mis gibi et kokusu sokak duvarlarına kadar sinmişti. Üstelik evde iki de küçük çocuk vardı. Çocuklar et bekliyorlardı, komşularından ve et gelmiyordu, belli ki artık gelmeyecekti de! Ve cebinde et alacak parası yoktu.
Bir telefon konuşmasından bu satırlara yansıyan dramatize bir olaydır ve gerçektir.
Gençliğimizde hatta orta yaşlılığımızda bile kurban bayramlarında et çektirmek denen eylem yoktu. Literatürde “kurban eti çektirmek” yer almazdı. Şimdi kurban bayramı gelmeden çok öncelerden cadde ve sokaklarda “et çekilir” levhalarına rastlıyoruz.
Genelde de bayramda et çekme kuyruklarında oldukça sıra oluyor!
Çünkü etleri istifliyoruz.
Etleri eskiden belki utanarak istifler, birbirimizden gizlerdik, şimdi artık açıkça istifleyebiliyoruz.
Bu biraz da daha çok fakirleştiğimizin bir göstergesidir.
Et pahalı, her istediği zaman et alamayacak bir sürü insan tanıyorum artık! Kurban kesmek belki de birçok insana düşmediği halde sınırları zorlayarak, kesiyor.
Gene de çok fazla biriktirmek yerine daha fazla dağıtabilmenin sınırlarını zorlamalıyız.
Çünkü çocuklar var, et yiyemeyenler var.
Ve kapitalizmin ağırlaştırdığı bir hayat ve bu hayatın altında kabul etmeseniz de ezilen insanlar var!
Kapitalizm; kurbanı bile fakirlerin, orta gelirlilerin yemesine izin vermiyor, kurban etleri artık uluslar arası yolculuk ediyor, Müslüman’dan çok Müslüman olmayanlara önce ikram ediliyor. Tabii ki ediliyorsa!
Cemaatler, vakıflar, dernekler kurban etlerinin fakirlere ulaşmamasında maalesef başroldeler. Topladığından hisse alanlar için ise bulunmaz bir fırsat.
Kurban etiyle, derisiyle sadece ve sadece fakirlerin hakkı olduğunu unutmak, bu dini anlamamanın bana farklı bir yoldan izah etmenin başka bir şeklidir.
Ki bu dini en çok yaşadığını düşünenlerin, söyleyenlerin, başkasının Müslümanlığını beğenmeyenlerin bu dini anlamadıklarını düşünüyorum.
Fakir bulamıyorum demek ise bana göre kimse alınmasın ama oldukça şımarıkça geliyor bana. Hiç bulamadınsa gir bir petrol istasyonuna çalışan o kadar insan asgari ücrete çalışıyor, yeter ki bakmasını bilelim, samimi olarak arayalım!
Camilere reklam ve ilan asmak!
Cami girişlerine artık gitgide daha fazla duyuru, ilan ya da reklam asmaya başladık. Bugün Konya’da bir Cami’nin girişinde televizyonlarda sıklıkla boy gösteren ve paramedikal ve bitki ilaçlarıyla hasta insanlara ümit veren ve bu bilgileri ihtiva eden kitapları da satarak para kazanan bir şahsın resmini gördüm.
Bir bitkinin kesin çözüm olduğunu bir profesör nasıl söyler, anlamak mümkün değil. Demek para bu kadar insanları zayi etmiş.
O profesörün her ot bu kadar etkili ise o zaman tıp’a, doktora, hastanelere, eczacılara ihtiyacımız yok demektir(!)
Camilere reklam asılması için izin veren Diyanet’e ne demek lazım?
Her zaman için doğru yolda olmadığını düşünürdüm, bu sefer de yanılmadım.