Yaylada, “tey yücelerde” olan, “Karlı dağlara sırtını, gönlünü bir garip sevdaya” veren, “rüzgârları hudutsuz” esip, “kuşları hürriyet hürriyet” diye uçan şehir bugün, bir yandan geçmişin kargaşalarla yüklü dünyasında zalimlerden kurtuluşunun sevincini yaşarken, bir yandan da, yine dirliğini, birliğini muhafaza etmeye çalışıyor ve şairin dediği gibi;
“Süt mavi gecelerde,
Bembeyaz sabrına bürünüp ovaların,
Dağlarınca heybetli, yıldızlarca umutlu,
Bir eli tüfeğinde, bir eli kaşında,” dıştaki hainlere ve onların içteki uzantılarına karşı hudut beklemeye devam ediyor.
Çünkü bu hainlik, bu kendini bilmezlik o raddeye ulaşmıştır ki; bırakın toprağından pay istemeyi, asırlık türkülerine bile göz dikmiştir gözü çıkasıcalar… Adına ekin ekin manilerin yakıldığı, “Sen ağlama demiş canikom “Kirpiklerin ıslanır” / “Ben ağlım ki deli gönül uslanır.” denilerek, “çarşısına, pazarına” türkülerin koşulduğu, kapılarından kervanların oluk oluk aktığı, “yiğidiyle toprağının kaderinin bile yazıldığı” bu şehir ve bu ülke için, kötüler, hainler ve nankörler tarafından bir yerlerde yeni tuzaklar kurulmakta, boyuna yeni kefenler biçilmektedir.
Tarih boyunca da bu hep böyle olmuş. Bunun en önemli delili ise, başından geçenler, yaşadıkları, çektikleri... Yüzyıllar boyunca neler görmemiş neler... Anadolu’da Türk’ün hâkimiyetinin başlamasından ve Yavuz Sultan Selim tarafından kesinkes Osmanlı topraklarına katılmasından bu yana, Erzurum’un başına gelmeyen kalmamış nerdeyse... Geçmişine bakarsanız; her acıya, her çileye rastlarsınız orada... İşgal mi dersiniz, katliam mı? Esaret mi dersiniz, zulüm mü? Huzurlu yaşadığı da olmuştur, zalimlerin şerrine uğradığı da... Bütün hepsini tarihin sayfaları arasında görmeniz mümkün...
“Ana sütü gibi emdim türkülerini
İlk sende sevdim
Dünya görüşümün harcı karıldı
Sözüme öz kattın "yarenlikler" de.
Tabyaların, kalelerin, kümbetlerin..
Kervan kokulu söylencelerin.
Bir başka şehirde yok
Sahabe kıskandıran ramazanların.“
Ömrünün belki de en güzel zamanlarını bu şehirde geçirmiş birinin, şair ve yazar Cazim Gürbüz’ün yıllar önce yayınladığı “Saman O Yana, Buğday Bu Yana“ adlı kitabında yeralan “Erzurum“ şiirinden bir bölüm yukarıdaki mısralar... Şimdilerde batıda bir yerde yaşamaya ve yazmaya devam eden sayın Gürbüz gibi daha niceleri, geçmişte burada geçirdikleri günleri, insanlarının, mekânlarının, çarşılarının, sokaklarının kendilerinde bıraktığı izleri, zihin defterlerinin en güzel sayfalarında tutmaya ve yeri geldikçe anlatmaya devam ediyorlar.
Erzurum’un düşman işgalinden kurtuluşunun doksan dördüncü yıldönümünü kutladığımız bugün; kimileri ise, artık ötelerin sakini oldukları için aramızda değiller. Ancak yazdıkları onları hatırlamamıza yetiyor. Bunlardan biri de, en verimli çağında sonsuzluğa uğurladığımız hemşehrimiz, şair, güzel insan Nazir Akalın... O da “Erzurum Kasidesi” başlıklı şiirinin bir bölümünde bakın nasıl haykırıyor; kendine yâr olmayan, ama yine de çok sevdiği bu şehre ve onun dağına, ovasına, kışına, karına:
“Bir mahmûr sarsıntıyla seslendim dağlarına
Yere diz vurmak için geldim kutlu kapına
Karanfiller kokuna yeni şerhler düşerken
Kanımdan renkler serptim dağlarının başına
Nerede kar kışının göğsüme vuran sesi
Sevda olup sıkıştım serçe yuvalarına
Omuzlarım karanlık devranlara çarparak
Başımı taşıyor bak Palandöken dağına
O kardelen yankını dur bir daha duyayım
Bulutlar çılgın çılgın düşmeden ilkyazına”
Yukarıdaki şiirlerde şairlerin de ifade ettikleri gibi, bu şehrin işte böyle bir yanı var; kolay kolay unutulmayan ve kolay kolay anlatılmayan ve belki de bir türlü anlatılamayan... Kaç yer değiştirilirse değiştirilsin, zamanın pergeli burada geçirilen günlerde daha çok sabitleniyor, bıraktığı izle etkisini daha uzun müddet devam ettiriyor ve anlamlı kılıyor.
Dost düşman herkes biliyor ki; onun zamanda bıraktığı en önemli iz, tarihinde göze çarpan en önemli nokta kahramanlığıdır. Yaşadığı bin bir acı içerisinde bile kahramanlığı elden bırakmamış, hiçbir vakit zulme ve zalime boyun eğmemiştir. Hamurunda olan mertlik ve yiğitlik izin vermemiştir buna... Doğruluğu ve imanı karşısında çökmüştür bütün güçlükler... Gün gelmiş, nüfusu yüz binlerden on binlere düşmüştür belki... Fakat yine de, kahramanlık timsâli olan Erzurumlu ve bu ülkenin insanı, kara sevdalısı olduğu hürriyeti ve varlığının en önemli nişanesi olan toprakları, hiçbir şey karşılığında feda etmemiştir. Çok zor şartlarda dahi bir çıkar yol bulmasını bilmiş, kanı pahasına da olsa, uğrundan dönmemiştir.
Her zaman şunun bilincinde olmuştur ki: Vatan olmayınca, ne malın kıymeti vardır, ne de canın... Hepsinin varlığı, üzerinde yaşadığı, şehit mezarlarıyla süslü şu mübarek toprağa bağlıdır ve onun da kendisini bu kadar candan, bu kadar yürekten, bu kadar içten seven kişilerden başkasına yâr olmaya niyeti yoktur. Şair Sırrı Akatay’ın mısralarıyla;
“Dağ değil Palandöken, gözdağıdır,
Yücesinde kurulmuş camileri seslenir
Duasında mümindir çifte minareler.
Üç kümbetler masalda Selçuk’un üç dilberi
Şahlanan bir gururdur beri yanında Aziziye
Sanatın çiçek açan bahçesi Yakutiye...”
İşte bugün;Erzurum’un doksan dört yıl önce düşmandan temizlendiği, İstiklâl Marşımızın Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği, tarihimizin yapraklarında ve milletimizin kalbinde yer alan en güzel günlerden biridir. Yüreklerin mutlu mutlu vurduğu gündür.
Erzurum Kalesinin beklediği kutsal sabahtır ve bugün, Erzurumlunun;
“Zulmün kara güllesiyle, topu önünde,
İmandan fukara olan eğilir.
Bir karış toprağın öz kıymetini
Toprağa kanını dökenler bilir” diyerek kurtuluşa ulaştığı gündür.
Günler ayları, aylar yılları kovalar, zaman geçer... Ateşler söner... Gözyaşları kurur... Yaralar savar, acılar diner... Geçmişte kalır kötü anılar... Yüreklerde... Gönüllerde... Dillerde yaşar kahramanlar... Düşmanlar barışır. Ama yine de, yılların ötesinde... Bir 12 Mart öncesinde... Zamanın sargısı altında kalan... Hatırladıkça kanayan, bir yara sızlatır içimizi... Ve; Osman Arı’nın cümleleriyle;
Günler ayları, aylar yılları kovalar, zaman geçer... Ateşler söner... Gözyaşları kurur... Yaralar savar, acılar diner... Geçmişte kalır kötü anılar... Yüreklerde... Gönüllerde... Dillerde yaşar kahramanlar... Düşmanlar barışır. Ama yine de, yılların ötesinde... Bir 12 Mart öncesinde... Zamanın sargısı altında kalan... Hatırladıkça kanayan, bir yara sızlatır içimizi... Ve; Osman Arı’nın cümleleriyle;
“Bugün o gündür Dadaşım...
Sevincimizde; gözyaşlarımızın ıslaklığı...
Mutluluğumuzda; yasımızın hüznü...
Özgürlüğümüzde; kanımızın pahası...
Bayrağımızda; varlığımızın manası saklıdır.
Ve ; “Bugün o gündür Dadaşım... Kutlu olsun bayramın...”