18 Mart; milletimiz için çok önemli bir zaferin, Çanakkale Zaferi ”nin kutlandığı, bu savaşta şehit ve gazi olanların, torunları tarafından, yürekleri anlatılmaz hislerle dolu olarak, gözlerinden yaşlar akıtarak anıldığı, verdikleri mücadelenin büyüklüğünün anlaşılmaya çalışıldığı bir gündür.
Okuduğunuz yazıyı kaleme almak için, öğleden sonra 14.30 sularında masanın başına oturmadan az önce, (17 Mart 2013), halk arasında Gürcü Kapı diye bilinen semtte idim. Arabadan inip aşağı doğru yürümek istediğimde, çoğu gençlerden oluşan büyük bir kalabalığın Menderes Caddesi’nden aşağı doğru koşarak geldiğini, emniyet kuvvetlerinin ise, bu akışı kesmek için üzerlerine biber gazı sıktığını gördüm. Ortalık toz dumandı ve konuyla alakası olmayan birçok kişi de gazın etkisiyle rahatsızlanmış vaziyette aşağılara koşuyordu. Erzurum’da alışılmış manzaralardan değildi bu durum ve sebebi ise; aslında çok basitti. Öncesinde de varolan, ancak sonrasında bir takım çevreler tarafından aramıza nifak unsuru olarak sokulan Nevruz kutlamaları sebebiyle şehre gelen birileriyle, onları engellemeye çalışan diğerleri arasındaki bu itişip kalkışmanın gerçekten üzüntü verici olduğunu ifade etmem gerekir. Halbuki onlar; dedelerinin birlikte mücadele ettiği, şehit ya da gazi olduğu Çanakkale’yi, -diğerlerine gerek bile yok-sadece Çanakkale’yi, orada kazanılan büyük zaferi gerektiği gibi bilip, anlasalar; vatanımızı bölüp parçalamak adına yazılmış senaryoların oyuncusu olmayacaklar, birlik ve beraberliğin ne denli kıymetli, bu topraklarda hür yaşamanın ne büyük nimet olduğunun farkına varacaklardı.
İşte o mısralar, coşkumun ve heyecanımın adeta son haddine vardığı mısralardı.
Çanakkale bu... Kökleri bu toprağın derinine gömülenlerin evlatları, bu ismi telaffuz ederken bile yüreklerinde bir yanma, kulaklarında bir çınlama, beyinlerinde bir sarsılma olması lâzım. O isim öyle kolay ve rahat bir şekilde dökülür mü dudaklardan... Dudaklardan dökülürken, onunla birlikte, şehit Ahmetlerin, Alilerin, gazi Hüseyinlerin ve daha nicelerinin de destanları akla gelmeli, bu uğurda giriştikleri mücadelenin olağanüstülüğü, büyüklüğü, insanın gövdesini birer gül bahçesine çevirerek, diken diken etmelidir.
2012 yılı Mart ayında yine Çanakkale üzerine yazılmış şiir ve yazıları okurken, o anın bereketinin ve ilhamının sonucunda bir şiir dökülüverdi kağıda… Yazdıkları ve yaptıklarıyla, Anadolu coğrafyasının kadim milletlerine büyük iyiliği dokunan ve bunların kıyamete kadar süreceğini düşündüğümüz merhum Mehmet akif Ersoy’un necip ruhundan af dileyerek yazdığım ve şehitlerimize ithaf ettiğim “BİR SES ÇANAKKALE’DEN” adlı şiirimi aşağıya alıyorum:
Onlar ki;
Bin bir geceyi delen bir ışık seliydiler,
Düşmanın namlusundan cennete süzüldüler.
Çanakkale acıyı hissetmeden ölmektir,
Bu toprağın aşkıyla göklere erişmektir.
Çanakkale ölümden yeniden doğulan yer,
Çanakkale şehidin dünyaya baktığı yer.
Bu yerden ses vermekte bütün cepheler birden,
Çanakkale bir bütün… Çanakkale bir beden…
Asırlar geçse yine burda zaman aynıdır,
Ruhlardan yükselen ses teselli menbâıdır.
Onun büyüklüğüyle toplu vurdu yürekler,
Onun muhabbetiyle erken soldu Mehmetler.
Bu sesin gölgesinde asker vatanı bekler,
Her ses bu sese bağlı… Bu ses ALLAHUEKBER…
İsmail BİNGÖL/22.03.2012