“Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” tamam da, bir de tarihin kaydettikleri var, onu nasıl yok edeceksiniz? Misal; 2013’ün ilkbaharında başlatılan Gezi olayları, yine aynı yılın son ayında küresel güçler eliyle sahnelen 17-25 Aralık yargı darbe girişimi ve nihayetinde 2016’daki kanlı 15 Temmuz kalkışması…
ÜLKE ÜÇ DEFA FELAKETTEN DÖNDÜ
Bu üç büyük ihanet ülkenin başına musallat edilmek istenirken, başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, millet canı pahasına mücadele etti. Beri tarafta da AK Parti’nin içerisine yuvalanmış olan “AKP’liler”, tıpkı bugün olduğu gibi yine araziye uyup, gelişmeleri saklandıkları inlerinden izlediler.
KORKAKLAR NİYE ÖDÜLLENDİRİLDİ
Fakat neden ve niçindir bilinmez, AK Parti’nin sinesine çöreklenmiş bu “AKP’liler” her defasında, zafer kazanmış komutan edasıyla sonradan ortaya çıkıp en kritik makam ve mevkileri kapmasını başarıyorlar! Biz de işte maşeri vicdan adına bu soruyu soruyoruz: Bu işte bir yanlışlık yok mu?
Bu soruyu şunun için soruyorum.
Malum, son günlerin tartışmasız en öne çıkan gündem maddesi: Kanal İstanbul’dur.
Kanal İstanbul’la yatıp Kanal İstanbul’la kalkıyoruz.
Herkes “allame” kesildi!
Bilen de konuşuyor, bilmeyen de…
Öyle ki sokak röportajında gencin biri son derece saf duygularla, “…elbette konuyu biliyorum, yakından takip ediyorum, başladığında Kanal İstanbul’u izleyeceğim” diyordu.
Anlaşılan televizyon ekranlarında neredeyse 24 saat adını duyduğumuz bu büyük projeden esasında herkesin bihakkın bilgisi yok.
Olabilir…
Öyle ya herkes bu projenin müellifi değil ki…
Fakat projenin altında imzası olan yani bir şekilde projenin asıl müellifi olan (söylendiğine göre sayıları 150 civarında) bilim ve ilim insanları niye ortalarda yoklar?
Son günlerde Prof.Dr. Mustafa Ilıcalı da olmasa, ramak kalıyor ki, televizyonlarda projenin lehine konuşan bilim insanı olmayacak.
Pekii nerede o 150 akademisyen, niye normalde koşa koşa gittikleri o televizyon kanallarından, sözkonusu Kanal İstanbul olunca bucak bucak kaçıyorlar?
Elbette ki bu soruya benim bir cevabım var.
Lakin bu cevabı vermeden önce size, son beş altı yıl içinde cereyan eden ama ülkemiz üzerindeki etkileri olabildiğince ağır olan üç hadiseden bahsetmek istiyorum.
Bir: GEZİ OLAYLARI!
2013 yılının Nisan ayında tamamen dış kaynaklı bir “herekat”la başlatılan ve sözde amacı kesilen ağaçları protesto etmek olan bu eylem, birkaç hafta sonra anlaşılacaktı ki, aslında iktidarı alaşağı etmeye dönük küresel bir kalkışmaydı. Görünürdeki aktörler yerliydi, ama projenin hazırlandığı merkez dışarıdaydı.
İki: 17-25 ARALIK YARGI DARBE GİRİŞİMİ!
GEZİ’de aradıklarını bulamayan şer odakları, altı yedi ay sonra yeniden düğmeye bastılar.
15 Temmuz'un faili hain terör örgütü FETÖ, 17-25 Aralık'ta birbiriyle alakasız dosyaları birleştirip kamuoyuna 'yolsuzluk' diye sunarak siyasete darbe vurmak istedi.
2023 vizyonu çerçevesinde planlanan 3. Havalimanı, 3. Köprü ve Kanal İstanbul gibi mega projeleri hedef aldı. Bu doğrultuda, Türkiye'ye çağ atlatacak projeleri üstlenen işadamları FETÖ militanı savcılar tarafından gözaltına alınmak istendi.
Türkiye’yi kaosa ve nihayetinde de iç savaşa sürüklemeyi hedefleyen FETÖ, bu alçak girişiminin İlk işaret fişeğini GEZİ’de ateşlemişti.
Üzerlerinde asker, polis ve hakim-savcı üniforması olan binlerce terörist, meğerse 17-25 Aralık’ta sütre arkasından değil, alenen gidişata vaziyet etmek istemiş!
Üç: 15 TEMMUZ KANLI KALKIŞMA!
GEZİ’den neredeyse dört, 17-25 Yargı Darbe Girişimi’nden de üç yıl sonra yani tarih 15 Temmuz 2016 Cuma gününü gösterirken millet, FETÖ eliyle ülke tarihinin o güne kadar şahit olmadığı en kanlı kalkışmanın hedefi oldu.
Kendi uçaklarımız, tanklarımız, gemilerimiz ve silahlarımız doğrudan milletin üstüne çevrilip ateşlendi. Birkaç saat içerisinde iki yüz elli bir şehidimiz, iki binden fazla da gazimiz vardı.
BURADAN NEREYE VARMAK İSTİYORUZ?
Sonuncusu kanlı olan bu üç kalkışma sonrasında ortaya şöyle bir manzara çıktı.
Milleti başköşeye koyduktan sonra…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve sayıları beş onu geçmeyen kişilerin haricinde, devletin ve siyasetin içinde ne kadar etkili ve güçlü isim varsa neredeyse tamamı kaçak güreşti!
Her üç kalkışmada da bu kaçaklar, önce havayı kokladı, kimin galip geleceğine, kimin mağlup olacağına baktı!
Olaylar kontrol altına alındıktan sonra atıp tutan ve öyle ki konuştuklarında mangalda kül bırakmayan o korkak ve ikiyüzlü tipler günlerce inlerinde saklandılar, halkın içine çıkamadılar!
Ne zaman ki devlet duruma vaziyet edip teröristleri tek yakaladıysa, ateşe koşan kelebekler gibi meydanlara hücum ettiler, ellerinde bayrak, canlarını feda eden şehitlerden ve gazilerden rol çalarak kendilerini kahraman ilan ettiler.
Tamam; kabul edelim ki bu türden kurnazlıklar her zaman olabilir, belki başka milletlerin de tarihleri benzer sahnelerle doludur.
Şu halde o soruyu sormanın tam zamanı.
Hangi ülke vardır ki bizde olduğu gibi sahte, yalancı ve korkak adamlara “kahramanlık” payesi vermiş olsun?
Diyeceksiniz ki Tayyip Bey bu sahte adamların yakalarına madalya mı taktı, onlara berat mı verdi?
Haklısınız tam da bunlar olmadı, ama bu adamların kahır ekseriyeti, siyaseten ödüllendirildi, taltif edildi, devletin en kritik makamlarına getirildi.
Bu, madalyadan daha mı az bir mükafattır?
İşte yazıya başlık olarak koyduğumuz o soruyu bir kez de bu noktada tekrarlamak istiyoruz:
Bizim gördüklerimizi Tayyip Bey mi göremiyor ya da Tayyip Bey’in gördüklerini bizler mi göremiyoruz?
KANAL İSTANBUL’DA İMZASI OLAN AKADEMİSYENLER NİYE KAÇAK GÜREŞİYOR?
Besbelli ki Kanal İstanbul’a dair proje, yıllar önce çalışılmış ve üzerine yüzü aşkın akademisyenin kafa patlattığı bir iş…
Yani Tayyip Bey sırf gündem değişsin diye Kanal İstanbul’u ortaya atmış değil, hele hele siyasi bir manevra hiç değil…
Hal böyle iken nasıl oluyor da tıpkı GEZİ’de, tıpkı 17-25 Aralık Yargı Darbe Girişiminde ve tıpkı 15 Temmuz Kanlı Kalkışma’da olduğu gibi birileri anında araziye uydu yine?
Bazı gazetecileri, birkaç siyasetçiyi saymazsanız neredeyse ortada Kanal İstanbul’u savunacak kimse yok!
Nerede projede imzası olan o anlı şanlı 150 akademisyen?
Niye bunlardan bazıları televizyonlara çıkmıyor?
Düşünebiliyor musunuz, hemşerimiz eski milletvekili Prof.Dr. Mustafa Ilıcalı olmasa, neredeyse Kanal İstanbul’a suçlu muamelesi yapılacak!
Galiba olay şu:
Değil mi ki AK Parti son yerel seçimlerde ağır bir yara aldı. Öyle ki yıllardır yönettiği İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok şehirde belediyeyi kaybetti.
Birileri anında durumdan vazife çıkararak, “…bu gidişle AK Parti merkezi yönetimde de kalamaz artık, belli ki ilk seçimde gidici” şeklinde düşündü!
Şayet bu 150 akademisyenin kafasına silah doğrultularak bu proje hazırlatılmadıysa, o halde niye bir bilim insanı kendi eserine sahip çıkıp savunmaz ki…
BİLİYORUZ…
GEZİ’de dediler ki, “…bu dünya çapında bir hareket, değil biz devletler bile bu selin önünde duramaz.”
17-25 Aralık’ta dediler ki, “…yargı topyekun harekete geçti, kim ki itiraz ederse derdest edip içeri tıkarlar, amandır arazi olalım.”
15 Temmuz’da dediler ki, “…baksanıza adamlar Amerika’yı ve Avrupa’yı arkalarına alarak darbe yapıyorlar, bunun karşında durmak intihardan farksızdır.”
Şimdi de…
Zahir yine okyanus ötesinden yeni haberler uçuruluyor olacak ki, baksanıza “Tayyip gidici” diyenlerin kervanına katılan kimi bilim insanları, altına imza attıkları projeye dahi sahip çıkamıyorlar!
Fakat buna rağmen Ankara’da hala testiyi kıranların devlet indindeki değeri, testiyi canı pahasına taşıyanlardan çok ama çok fazla!
Ya biz, daha doğrusu ben olup bitenleri bir türlü anlayamıyor ve bu yüzden de sorularıma cevaplar bulamıyorum yahut da öyle derin mevzular öyle stratejik meseleler var ki, Tayyip Bey bile her gerçeği her yerde konuşamıyor.