Yıllardır aynı örnekler, aynı konuşmalar karşımda dikilir durur: Erzurum'u beğenmeyen, beğenilmeyecek zekası olan insanlar grubu...
Bu yazıyı bana yazdıran en son örnek: Erzurum AVM de .... pastanesinde oturmuş tatlımı yiyorum arkadan bayana mı erkeğe mi ait olduğunu anlayamadığım bir ses yaptığı telefon görüşmesinde memleketimi yeriyor ha yeriyor... "Ay cicim bu nasıl şehir dışarı çıkamıyorum çok soğuk donuyorum buz gibi hava (halbuki o günlerde hava 8-9 derece tabi hiç görmemiş -40 ları) hapsoldum kaldım AVM de işte oturuyorum. Karşıdaki ne diyorsa artık şöyle cevap geliyor "Ay insanları da bi acayip hiç sevmedim ben burayı sen de sakın geliyim deme benim bi kaç günüm kaldı zaten buradan kurtulmama!" Bunları duyuyorum ve tüm bu çarpık düşünceler karşısında kan beynime sıçrıyor. Dönüp iki çift söz söylemek istiyorum sinir karmaşasından çıkmıyor sözler... Arkamı dönüp gözlerimle anlatıyorum derdimi... Bu arada görüyorum konuşmasının kırıtışından ne olduğunu anlayamadığım kişi bir bayan değil baymış!
Kesintisiz ve öfke dolu bakışlarımdan rahatsız olup pılısını pırtısını toplayıp gidiyor. İşte bunun gibi benzeri hep aynı bir sürü örnek...
Hele bir söz bellemiş bazıları özellikle dışarıdan gelen öğrenci ve memur grubu. Allah'ın ...... ettiği memleket!!! Okul yıllarımda birçok arkadaşın dilinden duyduğum sözcük. Tövbe ya rab! neymiş Allah'ın ...... ettiği memleketmiş! Belki o kaba, iğrenç tabiri şöyle anlatabilirim unutulan, önemsenmeyen, değer verilmeyen...
Kör olmuş gözlere, şişmiş egolara, uçuşan burunlara, bu şehre haksızlık edenlere bir kaç sözüm var... Sürekli İstanbul'da çekilmiş dizileri izlemekten hiç belgesel izlemiyor olabilirler ben anlatayım...
Hayatın kaynağı sudur ve bu şehir hiç susuz kalmaz. Nice topraklar vardır ki çöl olmuş. Yılda sadece 1 kere yağmur düşer kuma dönmüş topraklarına... Onunla bile nice bitki can bulur nice hayvanlar yaşar. Diğer bir hayat kaynağı güneştir. Ne topraklar ne şehirler vardır ki hiç gün doğmaz bir tek elma bir tek domates kızarmaz yetişmez de zaten ama insanlar yaşar doğru düzgün besin kaynağı bile yoktur. Ne topraklar vardır... Kolerayla, tifüsle, açlıkla, sefaletle boğuşur... Ne topraklar vardır... Ne hak ne demokrasi ne de hürriyet vardır...
Yılda bir gün çiçek açan topraklar bile Allah'ın (haşa) unuttuğu, boş verdiği topraklar değildir! Sadece bu toprakların soğuk olması dilenmiştir. "O" dilerse dağları denizle yer değiştirebilecek olan değil midir?
Tüm bunları düşününce varsın benim memleketim soğuk olsun. Bir şehrin güzel olması için illa sıcaklığın 0 derecenin altına düşmemesi mi lazım? Bir kız kulesinin olması mı lazım? İlla bir sahilinin, bir antik kentinin olması mı lazım? Bence bunlar gerekmez bu şehir böyle çok güzel.
Bizler ikili ilişkilerde hep demez miyiz bir insanı olduğu gibi sev değiştirmeye çalışma diye? İşte belki şimdi Erzurum toprağıyla suyuyla, -40 dereceleri bulan havasıyla, Palandökeniyle, Ulu camisiyle, Caddeleriyle ve daha sayısız duyusuyla bize söyle sesleniyordur : Ey havamı soluyup, suyumu içen insanlar beni böyle soğuğumla, kışımla, rüzgarımla sevin...