26 Mayıs 2016 Perşembe günü Nuran Çakmakçı bilimde tek Nobel ödülü alan Türk bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar’la yaptığı söyleşiyi Hürriyet Gazetesi’nde yayınladı. Sancar hocamız, “500 yıldır İslam dünyasında bilime doğru dürüst katkı yok.” dedi. Bence bu büyük bir hakikatin itirafıdır. Sancar hocanın bu itirafı aynı zamanda medeniyetimizin seviyesini ortaya koyan bir itiraf anlamı da taşımaktadır.
Bilime doğru dürüst katkı yapmadığımızı ya da yapamadığımızı bugün için elimizdeki bilim tarihi eserlerine bakınca hemen anlarız. Prof. Dr. Fuat Sezgi’nin İslam’da Bilim ve Teknik adıyla yayınladığı 5 ciltlik eserinin önsözünde bilim ve teknolojide 500 yıllık geriliğimizi öne sürer: “Savaşların ve deniz yolları keşfinin birlikte etkisinin yol açtığı İslam dünyasındaki ekonomik ve politik zayıflık, bilimlerde duraklamanın ana sebebi olarak görünüyor. Bilimlerin yaklaşık 800 yıl boyunca kalkınma halinde olduğu İslam dünyasında gücünü kaybetmiş olmaları ve yaklaşık 500 yıl önce ulaşma yolu buldukları Avrupa’da etkilerine devam edebilmeleri ve burada iklimsel ve ekonomik koşulların yaratıcılığın süreğen şekilde devam ettirilebilmesinde daha elverişli olduğu görüşü gerçeğe çokta ters değildir.”
500 yıldır bilime yeterince katkımızın olmadığını her iki bilim insanı destekliyor. Bunun yanında her iki bilim insanı da son 500 yıla gelinceye kadar İslam dünyasının bilim ve teknik ürettiğinde hem fikirdirler.
Ayriyeten Bilim Tarihi eserlerinde İslam medeniyetinin bilime yeterince ve istenen seviyede katkısının azlığını şu iki eserde de görmekteyiz. Cemal Yıldırım’ın 303 sayfalık Bilim Tarihi eserinde İslam Dünyasında Bilim çalışmaları 70-80 sayfaları arasında, Stephen F.Mason’un 596 sayfalık Bilimler Tarihi adlı eserinde İslam Dünyasında Bilim ve Teknoloji çalışmaları 79- 87 sayfaları arasında ele alınmıştır.
Bilim tarihi yanında felsefe tarihi yani düşünce tarihi eserlerine bakınca da bu anlayışı görmekteyiz. Felsefe Tarihi adlı eserinde Macit Gökberk, İslam felsefesi tarihinde yer alan filozoflara yarım sayfada yer verir. Alfred Weber ise Felsefe Tarihi adlı eserinde İslam felsefesi tarihinde yer alan filozoflara yer vermez. Her iki felsefe tarihi de Batı Felsefesi tarihidir. Bertrand Russell’in ise Felsefe Tarihi değil, Batı Felsefesi Tarihi adını verdiği 838 sayfalık eserinin 404- 413 sayfaları arasındaki ‘İslam Kültürü ve Felsefesi ’ne -10 sayfa da olsa- yer verdiğine şahit olmaktayız. Yine Afşar Timuçin 784 sayfalık Düşünce Tarihi adlı eserinin 253-255 sayfaları arasında “Doğu’da Felsefenin Gelişimi” başlığı altında 3 sayfalık da olsa 7 filozofa yer vermiştir.
Osmanlı’da yüzyılları aşan sürede felsefe dersleri medreselerde ve mekteplerde okutulmuyordu. 1915 yılında İdadilerde(liselerde) okutulmak için Aba Barb’ın Felsefe Tarihi Fransızcadan Türkçeye Buhor İsrail tarafından tercüme edilmişti. Bu eserde de “İslam Dünyasında Felsefe” 3 sayfadan ibaretti. Filozof Rıza Tevfik’in yardımıyla Buhor İsrail bu esere İslam felsefesinde yer alan filozofları 90 sayfa yazarak eklemişti. Bendeniz bu 90 sayfalık kısmı bugün kullandığımız Türkçe alfabeye çevirerek sadeleştirdim. Fenomen yayıncılık tarafından 2012 yılında İslam Dünyasında Klasik Felsefe adıyla yayınlandı.
Bu alıntılarda da görüyoruz ki, insanlık âleminde gerek bilim gerek felsefe alanlarında medeniyet olarak katkımız istenilen seviyede değil. Olanlar da yukarıda belirttiğimiz gibi 500 yıldan daha önce yapılanlardır. Bu gerçeği bilerek ve kabullenerek yolumuza daha çok çalışarak devam etmeliyiz.
Bu geri kalışımız yani 500 yıllık geriliğimiz bizleri edepli olmaya ve haddimizi bilmeye mecbur etmektedir.
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Safahat’ında bilimde ve felsefede geri kalışımızı şu cümlelerle ileri sürer:
Medresen var mı senin? Bence o çoktan yürüdü.
Hadi göster bakayım şimdi de İbnü´r-Rüşd´ü?
İbn-i Sînâ niye yok? Nerde Gazâlî görelim?
Hani Seyyid gibi, Râzî gibi üç beş âlim?
En büyük fâzılınız: Bunların âsârından,
Belki on şerhe bakıp, bir kuru ma´nâ çıkaran,
Yedi yüz yıllık eserlerle bu dînin hâlâ,
İhtiyâcâtını kâbil mi telâfı?Aslâ.
Yine Akif, sadece bilimde ve felsefe değil asıl geriliğimizin ahlak alanında olduğunu da belirtir.
“O iman hüsn-i hulkun en büyük hamisi olmuşken…
Nemiz vardır fezailden, nemiz eksik rezailden.”
Bilim ve düşüncede üretken olamadığımızı yüreklice söyleyenleri taşlamayalım. Bu ağlanacak halimiz sadece birimizin değil hepimizin halidir ve üstelik derdi olmalıdır. Bu durumu resmedip ayağa kaldırmaya çalışan bilim, düşünce ve başta devlet adamlarımızı özellikle de Atatürk’ün tarihi tecrübesini derinden anlayalım. Cumhuriyetimize, demokrasimize ve laikliğimize olan katkımızı artıralım. Fikri, vicdanı ve aklı hür olmayanlar insanlığın sofrasından pay alamazlar, alamadıkları gibi de pay da veremezler.
Nobel Ödülünü kazanan Prof. Dr. Azizi Sancar hocamız bu başarıda en büyük payın Türkiye Cumhuriyeti ve kurucu iradenin olduğu vurgusu her türlü takdirin üzerindedir. Keşke ülkemizde her alanda başarı sağlayanlar Cumhuriyete ve kurucu iradeye karşı vefalı olma erdemliliğini göstere bilseler.