BUYURUN HURDALIĞA!

Çok varlıklı bir ailede doğdu; özel bakıcılarla büyüdü, özel okullara gitti. Dünya çapında isim yapmış üniversiteden geçti. Yurduna döndü, önce holdingin güçlü bir şirketini yönetirken istediği kişiyle evlendi, istediğiyle istediği zaman yattı; sonra holdingin başına geçti, çocuğunu da kendi gibi, bir eli yağda bir eli balda yetiştirdi ve bir sabah her türlü imkânı olan hastanede öldü.

Yukarıda her kimi anlattıysak, bir ömür tüketerek çekip gitti.

Sevişirken mutlaka zevkin doruklarına çıktı; belki para kazanırken de aynı heyecanı tattı. Dilediğini aldı, istediğini sattı. Yaşamın rahat ve süslü yatağında yatarak tükenen bir ömür!

Peki, yaşadı mı?

“Yaşamak,” sözcüğüne her türlü anlamını tıka basa doldurarak, “evet” ya da “hayır” diyen birinin verdiği yanıt, bu sorunun muhatabının da hayata bakış açısının kaç derece olduğunu gösteren bir iletkidir.

Evet! Çünkü, her isteğini yapma ve her istediğine ulaşma olanağı, onu yaşamın herkesin ulaşamayacağı bazı sırlarına ve zevklerine ulaştırmıştır. Edindiği bilgiye dayanarak dünyayı daha iyi anlamıştır ve elindeki imkânıyla her yeri görme hayalini gerçeğe çevirmiştir. Yapmak istediği her şeyi yapmıştır; dolu dolu yaşamıştır.

Hayır! Çünkü, “yaşamak,” “evet,” yanıtının açıklaması kadar basit olamaz.

Teolojiden referans almadan ve kutsallara sığınmadan, “hayır,” yanıtını veren anlayış, anlayışını nasıl ortaya koyar?

Doğadaki her canlı yaşamak için, içgüdüsel olarak kendi kavgasını verir.

İnsanı, insan yapan ve her türlü canlıdan ayıran özellik ise; salt kendi için değil, başkaları için de kavga etmektir. Hiç tanımadığınız insanlar için verdiğiniz kavganın teri, size yaşamanın anlamını çözmenize yardımcı olur.

Ayağı taşa takılarak düşen birini elbette gücünüz ölçüsünde kaldırmaya çalışırsınız; ama önemli olan, o taşı kimse düşmeden oradan kaldırmaktır. Başkaları için yaşamanın en basit şekli bu değil midir?

İnsan olmanın ve yaşamanın sorumluluğu fikir ve eylemleri ile geriye olumlu bir şeyler bırakmaktır… Böyle düşünecek olursak, bu dünyada ne kadar az kişinin yaşadığını hayretle gözlemleriz; ama karamsarlığa gerek yok bana kalırsa!.. Her insan, geçmişine kendi çapında bir şeyler bırakır. Dilerse onurlu bir hayat, dilerse bunun tam aksini dünlerinde bırakarak toprağa yerleşir. Siyaset alanında oportünizm ve yolsuzlukla, ticaret hayatında haksız kazanç ve emek sömürüsü ile bir ömür tüketen birinin ya da bir anlayışın mezarına dua mı yoksa tükürük mü dökülür acaba!

Yaşamanın değişmeyen çarpanı, ister bir toplum olarak düşünülsün, isterse birey olarak ele alınsın özgürlük ve sevgidir. Kin öğütleyen bir anlayışa sahipseniz, sizin de bir sahibiniz vardır ve o şeytandır!

İlkelerini koruyarak özgürce yaşamak; ilke ve özgürlüğün arasındaki sevgi bağını koparmadan var olmak değil midir “yaşamak!” Ve düşünceyi korkmadan söylemek… Ve çirkini güzel eylemek…

Eğer ruhunuzu madde ile uyuşturmuşsanız, sevdiğinizden ayrı kalmanın acısını hissedebilir misiniz; eğer acı hissetmiyorsanız, yaşıyor musunuz siz?

Kalp incitecek bir sözü söyledikten sonra tam göğsünüzün ortasına koca bir pişmanlık kayası gelip yerleşmiyorsa…

Alnınızın ak teriyle aldığınız ekmeğin ve yüreğinizin pak sevgisiyle bulduğunuz sevdanın sıcaklığını algılayamıyorsanız…

Umut etmenin ne demek olduğunu bilemiyorsanız; güneşi beklemenin sabrını tatmamışsanız..

Her sabah yeni bir şey öğrenmek için güne başlamıyorsanız…

Yaşamıyorsunuz siz!

Kendi maddi ve siyasi çıkarınız için başkalarının zarar görmesini göze alıyorsanız…

Ve sevginiz ve söyleminiz ve eyleminiz riya ile dolu ise..

Kalbiniz bozulmuş sizin, hurdaya çıkacaksınız yakında. Çünkü, siz bir makinesiniz ve sizin için artık çok geç! Duygu ve ahlak yetmezliği var sizde; artık durmak üzeresiniz.

Bilin ki; salanız okunurken aslında belanız söylenmektedir.

Buyurun hurdalığa!