Mutlu musun dersen, cam kesikleriyle dolu kalbim derim. Bir yazına, bir selamına, bir gülüşüne hasretim…
Derin bir iç çekişteyim… İçim…
Zaten ne vakit bir mutluluk düşlesem, hep hüsran olur mevsimim… Sevdam, bakışlarında asılı kaldı ve ben o bakışların urganına geçirdim boynumu…
Nasıl nefes alınır sensizken bilmiyorum? Bu atmosfer boğuyor cümlelerimi… Çekiliyor gözlerini düşledikçe kanım… Hep resmini kazıyorum gülüşlerinin beynimin her hücresine…
Bir türküyü dinlerken nasıl aklıma gelmezsin de içimde bir sızı oluşmaz? Yada maç izlerken, yada su içerken, yada uyanınca, yada şiir yazarken, yada insanların sesini duyduğumda, yada bir çiçeği gördüğümde, yada bir çocuk koşarken nasıl aklıma gelmezsin de derin yaralara derinlik katmaz sensizliğin tarihsel acısı?
Mutlu musun dersen, cam kesikleriyle dolu kalbim derim. Takvimden düşen yapraklar, mezarıma atılan topraklardır. Nasıl yaşama mecburiyeti olur bu akılda? Nasıl sensiz adımlanır bu sokaklar, caddeler, kaldırımlar?
Velhasıl; bir köz bıraktın, ahrette dahi sönmeyecek… Ve dua etmekten başka çarem kalmadı evim ol diye…
Bir beyaz gelinlik düşlemiştik… o gelinlik ki; beyaz bir kuğu gibi; inci dişlerinin, cennet gülüşünün, ölümcül bakışlarının, kurban olunası gözlerinin süsü olacaktı…
Mutlu musun dersen, cam kesikleriyle dolu kalbim derim. Tavan arasında unutulmaya yüz tutmuş siyah beyaz fotoğraflar kadar yalnız bir şiirim…
Yenikserçem, ömrüm… Merhametine, kalbine sığındığım… Zemheride kalmış yaralı bir güvercin bıraktın geride…
Sen yeter ki mutlu ol… Ben zemheride de yaşarım böyle biçare… Ama nasıl mutlu olunur, bana da söyle?