Resmi rakamlara göre İstanbul, 16 milyon nüfuslu bir şehir.

Resmi olmayan rakamlara göre de, en az 18 milyon…

Elbette ki İstanbul, öyle bir kalemde söylenip geçilecek bir şehir değildir.

Üzerine en fazla şiir, roman, hikaye, hatıra ve ciltler dolusu malumat yazılan şehir…

Payitaht…

Necip Fazıl İstanbul için, / “Ana gibi yar olmaz İstanbul gibi diyar. / Güleni şöyle dursun ağlayanı bahtiyar” derken…

Yahya Kemal de, “Bu şehr-i Sitanbul ki bi misl ü behâdır. /

Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedadır” şeklinde özetlemiş…

(Bugünkü Türkçeye çevirip İranlı dostlarımızı üzmeyelim. Zaten bu dizelerinden ötürü komşumuz, Yahya Kemal’i pek hazzetmez. )

İstanbul…

Türkiye’nin finans merkezi…

Sanayinin merkezi…

Medyanın merkezi…

Kültür-sanatın merkezi…

Sinemanın merkezi…

Eğitimin merkezi…

Sağlığın merkezi…

Yani, Türkiye’nin kalbinin attığı şehirdir, İstanbul…

İki günden beri televizyonlardan hayretle izliyoruz.

İstanbul, adeta “afet bölgesi…”

Ancak beş on santimi bulan kar, sadece kuru dalları kırabilen rüzgar ve eksi iki üç dereceyi geçmeyen soğuk…

Neredeyse hayat durdu, İstanbul sanki de iflasın eşiğinde…

Hava limanında uçağın içerisinde yolcular, otobanlarda on binlerce araç aynı anda mahsur kaldı.

İklim şartları planında hoş Erzurum’la ya da Doğu’yla mukayese etmiyorum.

Burası dağlık kış bölgesi İstanbul ise, sahil…

Elbette ki İstanbul’un kışa ve soğuğa karşı bizim gibi şerbetli olmasını beklemiyoruz.

Lakin hiç de kar ve kış görmeyen bir şehir de değil…

Üç beş yıl arayla da olsa, Doğu’ya yağan karın yüzde beşi kadar İstanbul’a da kar yağar, ilikleri donduran soğuklar olur.

Öyle haftalar ve ayları bulmaz…

Bilemedin en fazla üç beş gün…

Meteoroloji bir hafta önce şiddetli uyarılarda bulundu:

“İstanbul’a kar geliyor, hava sıcaklığı düşecek!”

Öyle de oldu, fakat sanki tüm bu uyarılar İstanbul için yapılmamış gibi ne İstanbul’u yönetenler ne de İstanbul ahalisi tınlamadı!

Sonra da ulusal yas ilan edercesine, kriz masaları, olağanüstü hal uygulamaları, toplu ağlaşmalar, kolektif isyanlar…

Hani söylemeye dilim de gönlüm de varmıyor, lakin…

İnsanın diyesi geliyor ki, bu İstanbul kağıttan kaplanmış…

İmdada yetişmeseler, kuru derede sele kapılacaktı.

“Beş tepeli şehir” beş santim kara esir düştü.

İnsanoğlu yaşadığı coğrafyanın ve iklim şartlarının dayattığı sonuçlarla iç içe yaşamayı öğreniyor.

Hoş demiyoruz ki niye Erzurum halkı eksi kırk dereceleri bulan ve yer yer iki metreye ulaşan kara rağmen yaşayıp gidiyor da, İstanbul beş santim kar karşısında çuvallıyor?

Çünkü: Şartlar çok farklı…

İstanbul sıfır rakım, Erzurum üç bin…

Buna rağmen azizim, benim anladığım şudur:

İstanbul, kar ve soğuğa karşı yeterince idman yapmıyor.

Nasılsa üç beş yılda bir geliyor deyip, meseleyi hafife alıyor…

Yöneticilerin canlarının çok sıkkın olduğunu bilmesem, öneride bulunacağım. Diyeceğim ki…

İsterseniz Erzurum Büyükşehir Belediyesi gelsin size, kar ve soğuğa karşı nasıl mücadele edilir eğitimi versin.

Tabii ki İstanbul halkına, cani gönülden geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.

Çünkü İstanbul’un ayağına batan dikenin acısı, bütün bir yurtta hissedilir.

Keşke İstanbul’u yönetenler ve burada yaşayanlar da, bizim “nimet, bereket ve rahmet” dediğimiz kara, “beyaz afet” ya da “beyaz tufan” demeseler…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.