Ne yalan söyleyeyim, dünkü maçın ilk yarısı bittiğinde ‘’Ben kime iyi demişim ki 40 gün yaşasın’’ diye kızdım kendi kendime..
Yanlış anlaşılmasın lütfen, ilk yarı itibariyle söylüyorum bunları.
Öyle ya, son Of deplasmanı başta olmak üzere 3 kez maçını izlediğim BB Erzurumspor futbol takımı için .’’kanım ısınmaya başladı’’ diyor, Halil İbrahim başta olmak üzere tüm takım oyuncularını bal döküp yalıyordum!
Ve fakat, İstanbulspor karşısında bir BB Erzurumspor vardı ki deplasman takımına benziyordu.
Geçen hafta ki Ofspor maçının mimarı Ersel’in yakın mesafeden yandan auta giden bir şutunun dışında Erzurum’un bırak pozisyonunu, doğru dürüst bir girişimi bile yoktu.
Hele bir şey var ki ona hayret ettim ki, ne hayret!
Son haftaların flaş ismi Halil İbrahim’i ilk yarıda topa vurmak üzereyken itildiği ve hakemin de çizgi üzerinde faul vermediği bir pozisyon ile bir de maçın sonlarına doğru oyundan çıktığı an gördük, başka da ne gördük ne duyduk!
Valla, hayret ki ne hayret!
***
Kuşkusuz ilk yarıdaki BB Erzurumspor’un bu kadar silik, sıradan olmasında rakibin taktik anlayışı büyük rol oynadı.
Savunmasını ileride tutan, kısa driplinklerle orta sahayı geçen ve hızlı toplarla kanatlara yayılan, bunda da kısmen başarılı olan İstanbul takımı, ilk yarı boyunca hem gole hem de galibiyete yakın taraftı!
İşte iyi takım, büyük takım da oldun mu öyle oluyor!
Belli ki hem hocaları hem de oyuncuları Erzurum’u iyi analiz etmiş, dünkü maçta o çıktı ortaya!
Sahayı son derece iyi kullanan, top ayaktayken oynamayı kafasına koyan, değilse oynatmamayı hedefleyen görüntü çizen İstanbul boğaları, güzel oyunlarını golle süsleme fırsatı da buldular ama İbrahim Halil Çolak kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonda topu üstten auta gönderdi. Bu pozisyonun öncesinde Ferit’in kendi yarı alanında aldığı topla rakip ceza sahasına gelmesi ve o topun savunmadan dönmesi ile boşalttığı kanattan İstanbul’un bu gol girişimine zemin hazırlaması ilk yarıda dikkatimi çeken şeylerden biriydi!
Koca ilk yarıda bir tek rakibin üstten auta giden topunun dışında pozisyonu olan bir maç olarak hatırlanan bu maçın belki de kırılma anı 38’nci dakikada o Halil İbrahim’in pozisyonunda çalınmayan düdük oldu. Belki de o düdük çalınsa, Fahri gibi duran toplara ustaca vuran bir adamın olduğu Erzurum golü bulsa, bugün daha farklı bir maç analizi ile karşı karşıya olabilirdik.
***
Her neyse.
Hiç de Erzurum seyircisinin arzu etmediği bir ilk yarının gerçekleştiği maçın ikinci yarısı, belki de uzun yıllar unutulmayacak bir mücadeleyi ortaya koydu.
İkinci yarının ilk 10 dakikasında hem bizim hem de seyircinin aradığı Erzurumspor vardı.
Daha çok hücumu düşünen, oyunu kanatlara yayan, savunmaya atılan ve oradan sarkan toplarla buluşan Erzurum, üzerindeki ölü toprağını atmış gibi göründü.
Artık roller değişmiş, Erzurum gole yakın, İstanbul da habire savunmakla meşgul görünüyordu.
Sanırım bu da bir tabiri caizse ‘tezgah’tı ve gol gelmediği müddetçe Erzurum için tehlikenin habercisiydi.
Nitekim öyle de oldu.
İkinci yarının başlarında rakip İstanbul, araya atılan uzun toplarla adam kaçırmaya başladı, yüzde yüz ilk gol pozisyonunu da onlar buldu ama yararlanamadı.
Sonrasında ilk gol ve akabinde ikinci gol..
***
Üstüste gelen iki gol aslında maçın neticesiydi.
Film kopmuştu bir kere, montajla falan olacak iş değildi!
Öyle bir skordan sonra o maçı döndürmek kolay olmasa gerekti. Her ne kadar Fatih Gül’ün golü takımı ateşledi ama bana göre PTT ligi ayarındaki konuk takım daha fazlasına müsaade etmezdi, etmedi de zaten. Atılan üçüncü gol, İstanbul’un buradan galibiyetle döneceğinin bir kez daha sinyalini verdi. Belki Fahri’in attığı golün dışında direkte patlayan şutu gol olsaydı konuk takım dördüncü golü bulabilirdi. Ne bileyim bana öyle geldi. Sanki İstanbul takımı kaç tane atması gerektiriyorsa o kadar atacaktı! Zira maçın sonlarına doğru Erzurum ne kadar rakip ceza sahası içerisinde pozisyon bulduysa onun iki mislini de İstanbul buldu!
***
Esasında son haftalarda seri galibiyetler alan Erzurum, ilk defa zorluk derecesi yüksek ve de güçlü bir ekiple karşılaştı. İstanbul takımının oynadığı futbolu görünce bu yolda Dadaşların yalnız olmadığını da anlamış olduk. Herkesin oğlu kendine iyiymiş demek ki! Erzurum demek ki bize göre güçlü takımmış, demek ki takmayanlar da var! Şu ana kadar oynanan maçlar ve takımlar itibariyle de rakip görmemişiz demek ki! O yüzden de iş yine teknik direktöre düşüyor. Belki kaybedilen bir maç oldu ama lig daha bitmedi. Ona göre bir takım ve rakiplere göre oyun anlayışı belirlemesi gerekiyor. Herşeye rağmen dünkü maçta oyuncular en azından beraberlik için olağanüstü bir mücadele ortaya koydular. O güç var kendilerinde, bunu gösterebildiler. Pekala bu maçın telafisini Kocaeli deplasmanında gerçekleştirebilirler. Ona da sanki bir yerde mecburlar..
***
Kısa kısa mesajlarla yazıyı noktalayayım. Hakem evet, iyi değildi. Ama kabul edelim ki Erzurum da çok iyi değildi. Özellikle ilk yarının sonlarına doğru hakemin Halil İbrahim’in o pozisyonunda faul düdüğünü çalmaması, kariyerine yakışmadı. Her ne kadar Erzurum lehine olmayan kornere korner, değmemiş ele faul ve 6 dakika gibi uzun bir süre uzatma vermesi, onu affettirmez! Bu arada, seyirci takımından galibiyet ister. Hatta her maçta ister. Ama futbolun gerçeklerini de bilmesi gerekir. Çıplak kablo gibi seyirci! Buna, maçta kendinden geçen bazı Erzurumlu yöneticiler de dahil. Dünkü maçta bazılarının saha içine attığı pet şişeler, küfürler, kendilerini haklıyken haksız duruma düşürtebilir. Her türlü fevri hareketleri takımlarını izlemekten, yönetmekten mahrum bırakabilir! Bu gerçekten niye hareket etmezler anlamıyorum. İki takımın sahaya çıkarken taşıdığı pankart ne kadar güzelse, aynı seyircinin yine iki takımı elele tribünlere çağırması da bir o kadar muhteşemdi. Ameliyat olan ve bu maçı İstanbul’da hasta yatağından izleyen Ali başkana geçmiş olsun diyor, bir an önce takımının başına geçmesini arzuladığımızı belirterek ahan da noktayı koyuyorum.