“Bir köleyi azat ederseniz, o kölenin ilk işi, bir köle satın almak olur. Çünkü ona göre hürriyetin anlamı hür olmak değil, efendisi gibi köle sahibi olmaktır.”
Zübeyir Saltuklu
Dünyada yaklaşık 126 ülke cumhuriyetle yönetiliyor. İslam toplumlarına ait ülkeler içerisinde demokrasiyi ve laikliği kendisine ilke edinmiş tek ülke bizim devletimizdir. Padişahlığı kaldırarak bize en uygun yönetim şekli demokratik ve laik cumhuriyettir diye sevinmiştik.
Demokrasi gereği kurulan hemen her parti hürriyetleri genişleteceğim diye işe koyuldu. Ancak, cumhuriyetten bu tarafa kurulan partilere, başkanlarına ve evlatlarına baksanız sanki padişahlık gitmemiş, yeniden gelmiş gibi. Şanslı tarafımız parti başkanlarının çoğunun evladı yok. Demokrasiye rağmen yakamızı bırakmıyorlar, vesayet üzerinden siyaset yapıyorlar. İktidar, bir de anadan kıza ya da oğula geçseydi, vay halimize! Şükür ki böyle bir geleneğe sahip değiliz.
Demokrasinin temeli partilerse, parti diktatörlüğüne ne demeli? Tabelasına demokratik yazısını yazmakla, demokratik parti olunmuyor. Eli silahlı particilik ve demokrasi olur mu? Dense dense buna diktatörlük denir. Tüm dünyada sosyalist ve faşist rejimlerde parti diktatörlüğü, hürriyetleri gasp eden oluşumdur. Demokrasinin imkânlarından yararlanarak partileşip eli silahlı terör ve particilik yapmaya kalkışanlara aklı başında hiçbir demokratik devlet, göz yumamaz, yummamalıdır.
Fransız filozofu Montesquieu (d. 1689- ö.1755) medeniyetindeki kusurları yerden yere vurmak ve bu aksaklıkları düzeltmek için De L’esprit de Loix/Kanunların Ruhu adlı eserinde hürriyet ve demokrasi ilişkisini ele alarak, hürriyet kavramını iyice kafamıza yerleştirmemiz gerektiği üzerinde durur.
“Hürriyet, demokrasilerde millet her istediğini yapıyormuş gibi görünür ama siyasi hürriyet her istediğin yapmak demek değildir. Bir devlette, yani kanunları olan bir toplumda, hürriyet, ancak istememiz gereken şeyi yapmaktan ibaret olmalı yoksa istememiz gerekmeyen şeyi yapmayı zorlamaktan değil. Bağımsızlığın ne olduğunu, hürriyetin ne olduğunu iyice kafamıza yerleştirmeliyiz. Hürriyet, kanunların izin verdiği şeyi yapmak hakkıdır; bir vatandaş kanunların yasak ettiği şeyi yapabilseydi hür sayılmazdı o zaman; çünkü öteki vatandaşların da aynı yetkiyi kullanmaya hakları olurdu.”
Derslerimde de sık sık ifade ettiğim Farabi’nin demokrasi ve hürriyet anlayışını sizlerle paylaşmak isterim. “Demokrasi devletinde temel amaç, hürriyetlerimizi sınırlandırma gayreti içerisinde olmaktan daha çok, hürriyetlerimizi genişletmek için birbirimizle yardımlaşma çabası içerisinde olmaktır.”
Elbette kanunları yok sayarak hürriyetler de genişletilemez.
Necati Öner hocamız da İnsan Hürriyeti adlı eserinde, “ Hürriyet, başkasına zarar vermeyen her şeyi yapabilmekten ibaret olup, her şahsın tabii haklarını kullanması, diğer toplum üyelerinin aynı haklardan faydalanmalarını temin eyleyen hudutlarla sınırlanmıştır. Bu hudutlar yalnız kanun tarafından tayin olunabilir. Kanunlarla insan hürriyeti arasında sıkı bir bağ vardır. Hürriyet, kanunların üstünde, insan varlığıyla ilgili bir haldir. Kanunlar hürriyeti ihdas etmez fakat tanzim eder.”
Hürriyet konusunda kafa yormamız gerek.
Niçin?
Rahmetli hukuk hocası Ali Fuat Başgil (d,1893-ö,1967), Demokrasi Yolunda adlı eserinde hürriyeti her türden kulluğa karşı olma hali olarak tanımlar.
“Hürriyet, insanın sadece kula kulluk etmekten kurtulması değildir, aynı zamanda haksız kuvvetlere boyun eğmekten, resmiyete bürünmüş keyfi otoritelerin baskısından ve taassupların tahakkümünden kurtulması, bir cümle ile insanın kendi benliğinde insanlığını yaşamasıdır.” der.
Montesquieu yukarıda adından bahsettiğim eserinde Asya toplumlarının hürriyetten daha çok köle ruhlu oluşunu öne sürer.
“Asya’da yaşayanların varlığından bir an ayrılmayan bir köle ruhu vardır; bu kıtanın tarihinde, hürriyetine düşkün bir milletin izine rastlamak bile imkânsızdır; Kölelere özgü kahramanlıktan başka bir şey göremeyiz orada…”
Hürriyet konusundaki genel düşüncesi ise, “Hürriyetten faydalanmaya alışık olmayan insan topluluklarına, hürriyet, katlanılmaz bir şey olarak görünürdü…
Hür bir milletin kurtarıcısı olabilir. Köle bir milletin ise başka bir efendisi çıkar ortaya….”
Osmanlı Devletine bayrak açan topluluklara bakınız, el birliğiyle kendi devletlerini yıktılar, başta Arap toplumları hürriyet adına efendiliği ellerinin tersiyle yiterek İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Rusya, Almanya ve İtalyan gibi emperyalist ülkelerin sömürgeciliğini, köleciliğini seçtiler. Ellerini verdiler, bırak kollarını kurtarmayı, bütün bedenlerin bile teslim ettiler.
Hayatta olan Mısırlı bilgin Hasan Hanefi’ye, “Daha hür bir devletin dayanakları Araplar arasında mevcut mudur? sorusu sorulduğunda Montesquieu’yü doğrularcasına verdiği cevap şudur: “Mevcut değildir.” Nedenini ise O, “Müslüman Arapların, hürriyet lehinde eyleme geçmeyi bir kenara bırakın, hürriyet hakkında düşünmek konusunda bile hür olmadıklarına inanır. Müslüman Araplar hürriyeti kavramaya ve ona talip olmaya istekli değildir. El- Eşari anlayışının varlığı ve Gazali’nin aklı yıkan bir dizi olayları başlatması bu anlayışın temel nedendir,” der.
İstanbul, İngilizler tarafından Birinci Cihan Harbinden sonra işgal edildiğinde 300 milyonluk İslam toplumlarının hiç biri bağımsız değildi. Hemen hepsi Avrupalı devletler tarafından işgal edilmiş, hürriyetleri ellerinden alınmıştı.
Bu hakikati göz önünde tutarsak, ülkemizdeki ve İslam ülkelerindeki etnik, dini, ideolojik ve siyasi oluşumların amacı; demokrasi, hürriyet ve insan hakları kazanmak için değil, yeni bir efendi kazanmak içindir. Ya da kendi toplumundaki bir diğer toplumu ötekileştirerek yok etmek, gücü yetince de köle etmek içindir.
Gelin hepimiz efendi olalım diyen birisi çıkmıyor.
Elimizi vicdanımıza koyarak düşünelim; önümüze hangi İslam ülkesinin yurttaşı olmak istersiniz diye bir seçenek koyulsa, hangisini seçeriz!
Avrupa birliğine geçmek için Akdeniz’de boğulan binlerce İslam ülkesi yurttaşlarının vebali kime aittir?
En başta kendilerine aittir.