Devletin kılıcı

Anlatılır ki; Osmanlı Devleti zamanında, 4’üncü Murat döneminde kadının birisi bir davada haksızlık yapar. Hakkı yanıltır. Rüşvet yer, birinin hakkını diğerine verir. Mağdur kişi ise, yemez içmez, İstanbul’un yolunu tutar. Payitahta varır, Divan-ı Hümayun’a çıkar derdini bizzat en tepeye anlatır. O zamanlar devlet şeffaf, kişi bizzat şikâyetini Padişah’a kadar ulaştırabiliyormuş. Efendim olayla ilgilenilir. Bir tetkik komitesi kurulur, taşraya gönderilir.  Durum değerlendirilir, her şey aydınlanır.  Kadı haksızlık yapmıştır, anlaşılır. Apar topar merkeze götürülür. Padişah’ın huzuruna çıkarılır. Padişah oldukça hiddetlenmiştir.  Adeta deli divaneye döner. Bağırır, çağırır. Bir ara kadıya şöyle bir soru sorar;  ‘Sen şeriatın hükmünce hükmediyorsun, külli iradenin adaletini temsil ediyorsun, hiç adaletin terazisi yanlış tartar mı?’  Kadı yaptığını bilir, pişmandır. Yukarıdaki, soru kayıtlara geçecek, zihinlere kazınacak, şu hükmü verir: “ Padişahım, devletin kılıcının kesmediği yerde adaletin terazisi tartmaz.”

Yukarıdaki olayda harikulade bir hisse alınabilir ve sonucunda duvarlara yazılabilecek türden hükümler çıkarılabilir. Yani siz, yanlışları görmezden gelirseniz, çarpıklıklara göz yumar (sözüm ona hümanist olmak adına) ceza hukukunu çar çur ederseniz adaletin terazisi tartmaz. Devlet gerektiğinde kılıcını indirip, keskin yüzünü göstermedikçe hukuk tüccarları, suç makineleri durumu suistimal edeceklerdir. Bu her zaman böyledir ve böyle olmuştur.

Günümüzdeki idam ve benzeri cezaları sert yasa ve tedbirlerle biraz daha  da bu zaviyeden değerlendirmek gerekir. Çünkü idamı savunmak demek, her suça ölüm cezası vermek ve yoldan her geçenin boynunda ilmik geçirmek değildir. Tam tersine, hak edene hak ettiği şekilde karşılığını vermek, kamu vicdanını rahatlatmak, suça götürücü yolları kapatmak ve caydırmak asıl amaçtır. İstatistiklere göre 1991 ile 2002 yılları arası dönemde sadece bir defa idam uygulanmış bu ülkede. O da küçük bir çocuğa karşı cinsel suçtan ötürü. 2002’den bugüne, idam yokken, onlarca böyle suç işlenmiş ve hala işlenmekte, kaldı ki idamın yerini alan” Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis”  cezasının aslında, canlı mezar uygulamasından hiçbir farkı yoktur. O halde devlet ve hukuk sistemi neden bu hususta iradesiz, iktidarsız anlamak zor.

Olayın başka bir yönü de şudur ki; bu tartışmalar uzadıkça daha karmaşık hale geliyor. Çünkü insani değer yargıları değiştikçe tartışmalar bitmiyor. O halde; Külli İradenin Sahibi yüce yaratıcıya kulak vermek ve emrine ram olmak en akıllıca. Zira “ Kısasta Hayat vardır” Hükmü ilahisi karşımızda iken bence, bana göre, kanaatimce, aklımca gibi cümlelerin hepsi laf-ı güzaf olur.

“ Aklım, fikrim, nefisim var deme hepsini öldür, sana çöl gibi gelen, o göl diyorsa göldür”