Bu yazımı 13 Ekim 2014 tarihinde köşemde yayımlamıştım. Başlığa bir kelime daha ekleyebiliriz: Din, İdeoloji, Cinayet ve Darbe Kalkışması. 15 Temmuz darbe kalkışmasını bir de bu gözle okumanızı istedim. Zihniyet ve bataklıkla mücadele etmeden, bataklığın ürettiği haşaratla mücadele etmek zahmetli ve sonuçsuz çabalardır. Bataklığın kurutulmasının en etkili yöntemi; felsefe geleneğimizi eğitim kurumlarımızda, ibadet hanelerimizde, kışlamızda yeniden canlandırmamız, felsefe düşmanlığı yapmamamızdır.
Din bir ideoloji değildir.
Allah ideolojinin sahibi değil, dinin sahibidir.
Allah ideolog değil, evreni yaratan Yüce Yaratıcıdır.
Ancak bir din ideoloji haline getirilebilir ya da algılanabilir. Dün Hristiyan ve Yahudi topluluklarında, bugün İslam dünyasında din, saf haliyle Allah’ın dini değil, her grubun kendi yücelttiği kişilerin anladığı ideoloji kılığındaki dindir. İdeoloji haline gelmiş bir din de din değildir artık.
Bu ayrımı yaptıktan sonra, aşağıda din derken ideoloji haline gelmiş ve din olmaktan çıkmış dini, ideoloji derken de kalıplaşmış ve dogmatik hale getirilmiş, gerçekliği olmayan, soyut düşüncelere dayanan kuramı ideoloji diye kullanacağım.
Din ve ideoloji adına bir cinayet yapma alışkanlığı, daha çok millet ve devlet olamamış, hukuk yaratamamış sınırlı sayıdaki topluluklara işlettirilmektedir. Bu tür olaylar bu topluluklarda sıkça görülmektedir. Bunlar dini ve ideolojiyi bir cinayet aracı olarak kullanmakta ve cinayetlerini haklı göstermek için de dini ve ideolojilerini gerekçe göstermektedirler.
Yunan kent devletlerinin yöneticilerinin çoğu tiran olarak adlandırılmaktan korktuklarından, sokaklarda rahat rahat dolaşırlar, resmi törenlere diğer vatandaşlar gibi tek başlarına, korkmadan, silahsız ve korumasız katılırlardı. Çünkü sadece nefret edilen bir kral yanında koruma görevlisi bulundurma ihtiyacı hissedebilirdi. Makedonyalı II. Philip bu anlayışı arenada gerçekleştirmek istedi ancak canıyla ödedi. Tiberius Gracchus, Julius Sezar gibi ilk dört halifeden üçü de baş yastıkta değil, adaletin yerini bulması bahanesiyle suikastla, hileyle öldürülmüştü. Hz Osman ve Hz. Ali’nin öldürülmesi dini-siyasi kargaşaya ve bölünmeye en güzel örnektir. Sonradan Şii ideolojinin siyasi dayanağı, Hz. Ali’nin öldürülmesi olayı olacaktır.
Din ve ideoloji adına suikastçılar, ibadet anlayışı ile sadece boğazını sıkarak, zehirli hançerle ya da sopayla döve döve öldürdükleri gibi, Kilise’nin engizisyonuna maruz kalanlar akıl almaz işkencelerle öldürülüyordu. Orta Çağ Avrupa’sında 100.000 kadın cadı kazanlarında yakılıyordu. Farsça bir kelime olarak dilimize giren cadı sözcüğü, Erzurum’da cazı olarak kullanılmaktadır. Bugün kız çocuklarımızı severken “Seni cazı!” diye sevilmesi ya da arabozucu kadınlara “O az cazı değildir” denilmesi bu anlayıştandır.
Avrupa dillerinde suikastçıların karşılığı “assassin” idi. İran kaynaklı “haşhaşin” adının Batı dillerine “assassin” olarak geçmişti. Perslerden miras kalan suikast yöntemini bu sefer aynı coğrafyanın ürünü olan “Haşhaşinler” uygulayarak yakın temasla canına kastettikleri insanı zehirli hançerle görevlerini yerine getiriyorlardı. Selçuklu ülkesinde korku salan bu suikastçılar, ne hikmetse Kudüs’ü ele geçiren Kudüs Haçlı Krallığı’ndaki (1099-1291) Tapınak Şövalyelerine ve Hospitaler Şövalyelerine bırakın suikast yapmayı onlara haraç ödüyorlardı. Bugün de Müslümanın öldürdüğü Müslüman sayısı ülkesini işgal eden emperyalist güçlerin askerlerinin sayısından mukayese edilmeyecek kadar fazladır. Haşhaşin hançerlerine kurban giden çok az Hıristiyan vardı, en çok Müslüman halife, emir, sultan vb. devlet yönetimi kurban ediliyordu. Mevcut devlet düzenini yıkarak yerine kendi din ve ideoloji anlayışlarını hâkim kılacaklarını ileri sürüyorlardı. Bugün din adına ya da Marksizm gibi ideolojiyi din olarak kabul edenler genellikle İslam düşmanlarını değil, mevcut hükümetleri ve başkanlarını gaspçı, dini elden alan, dinsiz ya da kapitalist dostu suçlamasıyla terörü, gaspı, yağmayı din ve ideolojileri adına meşru görmektedirler.
Tarihte teröristlerin kurduğu bir devlet var mı ki orada insanlar insanca yaşamış olsun!
Kan davalarının ülkemizin bazı bölgelerinde sürmesinin nedeni; kanlı gömleklerin evde asılı olması, kadınlar tarafından erkek evlatlarının hala karşı taraftan öçlerini almadıkları için aşağılanmalarıdır. Köy odalarında katilliklerin uzun mersiyelerle söylendiği bir kültür ortamında kim katil olmak istemez ki! Katillik kutsandığı için suikastçıların bugünkü ifadesiyle teröristlerin en kötüsü ve günahkârı, hiç cinayet işlememiş olanlarıdır. Katilliğin kahramanlık olarak adlandırılması ve teşvik görmesi onları bu fiile teşvik etmektedir.
İran’da bu teröristlere fedai de denmekteydi. Bu ülkede 1943-1955 yılları arasında “Fedaiyun’u İslam” İslam Fedaileri hareketi iş başındaydı. -Filistin Kurtuluş Örgütü’nün yapılanmasına bu hareket ön ayak olmuştu.- 1951 yılında İran Başbakan’ı Ali Razmara, İslam Fedaileri terör örgütü tarafından öldürüldü. 1948 yılında Müslüman Kardeşler, Mısır’da Başbakan Mahmut Fehmi Nukraşi’yi suikastla öldürdü. II. Mahmut’tan itibaren Osmanlı sultanlarına yapılan suikastlar ve tahtan indirmeler, Atatürk’e yapılan 33 kez suikast teşebbüsü, Mısır’da Enver Sedat’ın öldürülüşü bu coğrafyanda yaşanan örneklerdir. Baş yastıkta ölen devlet başkanlarının az olduğu bu çileli coğrafya ve topluluklar arasında derin devlet geleneğini ve tecrübesini iyi kullanarak, ben her şeyi en iyi bilirim akıl tutulmasına girmeden, kimseyi ötekileştirmeden aklımızı en üst düzeyde kullanmalıyız.
Türkiye Cumhuriyeti’nde her ne ad altında olursa olsun terör çıkaranlara fırsat verilmemelidir. Bu örgütlerin amacı; milletin huzuruna, güvenine, birlik ve dirliğine, kurulu hukuk düzenine ve devletin varlığına karşıdır.
Bunlar dinin ve ideolojinin sözde gerçek sahipleridir. Kendinden olmayanları düşman ilan etmektedirler. Malları, canları, hak ve onurları onlara helaldir.
Halkların bağımsızlığı, din elden gidiyor, adil düzen kuracağız gibi tarihi, sosyal ve felsefi temeli olmayan ideolojilere ve kurulan tuzaklara dikkat edilmelidir.
Orta Çağ’da İbn Haldun, Türklerin İslam coğrafyasındaki kargaşa ve iç çekişmelerin sonlandırılmasında önemli görevler üstlendiğini, birliği ve dirliği koruduğunu, dini yeniden dirilttiğini şöyle anlatır:
“ Devlet çöküşe geçtiğinde.. Allah dini son soluğunu vermekten kurtardı… Bunu Müslümanlara Türk milletinden kendilerini savunacak yöneticiler ve sadık yardımcılar göndererek yaptı…. İslamiyet onlar aracılığıyla kazandığı iyiliklerin sevinci içindedir ve hükümdarlığın dalları gençliğin tazeliğiyle yeşermektedir…”
Dün olduğu gibi bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığı herkes için Allah’ın bir lütfudur. Türk milletinin vicdanında herkese yer vardır. Ancak Türk milletinin kimin vicdanında yer bulacağı şüphelidir. Türkiye Cumhuriyeti asırlık otokratik geleneklerle yönetilen İslam toplumlarına bağımsızlığıyla, demokrasisiyle, özgürlük anlayışıyla, laiklik uygulamalarıyla iyi bir örnektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin yolu; Farabi’nin Medinetü’l-Fazıla adıyla kaleme aldığı Erdemli Devlet ile Atatürk’ün kaleme aldığı Medeni Bilgiler adlı eserlerinde belirttikleri devlet yoludur. Bu devlet yolu; akıl, bilgi, erdem, hukuk ve demokrasi levhalarıyla bezenmiştir. Bunu herkes başta da ülkenin siyasileri, mülki amirleri, üniversiteler iyi anlamalıdır!
Geniş bilgi için; Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Bernard Lewis’in Babil’den Dragomanlara, Ortadoğu’nun Çoklu Kimliği ve Bernard Russell’in Din ve Bilim adlı eserlerine bakılabilir.