Yıllar önceydi. Bir arkadaşımla Erzincan’dan gelirken yol üzerinde bir Cemevi levhasına gözümüz takılmış, anında karar verip birkaç km. uzaktaki köye gitmiştik. Cemevine vardığımızda kapısının kapalı olduğunu görmüş ve rastladığımız bir köylü vatandaşa içeriyi görmek istediğimizi söylemiştik. Bizi güler yüzle karşılayan vatandaş hemen anahtarı alıp geleceğini ifade etmiş ve bir müddet sonra beraberinde getirdiği anahtarla kapıyı açıp bizi içeriye almıştı. Mütevazi bir şekilde tasarlanmış olan Cemevi, sadeliği ile dikkat çekiciydi. Ali ismindeki Alevi kardeşimiz, Cem’in yapıldığı Cem Meydanı’nı, lokma hazırlanan mutfağı, cenaze yıkanan gasilhaneyi, dede odasını, bay ve bayanlar için ayrı yapılmış abdest alma yerleri ile cenaze kaldırılan alanı ve musallayı bize gezdirdi. Kütüphanede Kur’an-ı Kerim ve dinî kitaplar vardı. Raflardaki bu kitaplar hepimizin aşina olduğu eserlerdi.
Oruçlu olduğunu öğrendiğimiz bu alevi vatandaş ana yola çok yakın olan bu Cemevini anlatırken sözü eski günlere getirmişti.
Ali kardeşimiz, kuzeyde çok yüksek bir dağı göstererek köylerinin eskiden o tepenin arkasında olduğunu söyleyip Cem yapacakları zaman jandarma baskınlarından korunmak için yol güzergâhlarına gözcüler yerleştirdiklerini ve toplanacakları evin önünde yığılan ayakkabıları sakladıklarını, korku içinde ve sessizce ibadetlerini yaptıklarını anlatıp günümüzdeki yaklaşımları kıyaslayarak günümüzde çok daha rahat olduklarının altını çizmişti.
Ali kardeşimiz bizi ısrarla ağırlamak istese de onun oruçlu olduğunu öğrendiğimizden kendisine veda edip oradan ayrılmıştık. Aracımıza bindikten sonra özeleştiri gözlüklerini takıp, arkadaşımla Alevilik ve inançlar konusunda derin bir sohbete başlamış yolun nasıl geçtiğini anlamamıştık.
Anayasamız her ne kadar "Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14'üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî ayin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.” demiş olsa da bu konuda sıkıntılarımızın olduğu ortadadır.
Hatırlanacağı üzere Türk kültürünün Ata Yurttan Anadolu’ya taşınmasında ve yaşatılmasında Aleviliğin tartışılmaz ve inkâr edilmez rolü vardır.
İslamiyet’in şemsiyesi altında olduğunu her ortamda ifade eden Aleviler, Ehlibeyt sevgisinin ve Ali muhabbetinin zirve yaptığı bir düşünce yapısı, sevgiden ve barıştan yana olan felsefesiyle hayatı okumakta, yetmiş iki millete bir gözle bakmakta, yaratılanı yaratandan dolayı sevmekte, bağlılarına dünya ve ahiret mutluluğunun “Eline, beline, diline sahip olmakla kazanılacağını” öğretmektedir.
Anadolu coğrafyasında küçümsenmeyecek bir nüfusa sahip olan Alevilerin inanç ve ibadet konusunda geçmişten günümüze sıkıntılar yaşadığı, cahil kitlelerin ön yargılarından kaynaklanan mahalle baskısından oldukça etkilendikleri, vicdan sahipleri tarafından yakından bilinmektedir.
Özetle, bağnaz kafaların Aleviliğe bakışı Hz.Ali’nin “Kişi tanımadığının ve bilmediğinin cahili ve düşmanıdır” sözünü haklı kılmaktadır.
Siyasî bir rekabetin beraberinde getirdiği ötekileştirme ile küçümsenen, görmezden gelinen, anlaşılmak istenmeyen Alevilerin son birkaç yıldır kendilerini ifade etmekte rahatlamaları ve Cem evlerinde özgürce ibadetlerini yapmaları sevindirici bir gelişme olsa da yakın zamanda “Cemevlerinin ibadethane mi? Değil mi ?”şeklinde bir tartışmaya çekilmesi, dinî özgürlükler konusunda hâlâ bir direncin ortada olduğunu düşündürmektedir.
Hangi inanç grubunda olursa olsun, insanların ibadetlerini yaptıkları mekânlar ibadethane olarak tanımlanır. Bunun başka taraflara çekilmesi aklî ve vicdanî bir yaklaşım değildir.
Cami, Havra, Kilise gibi ibadethanelerin devlet tarafından bir takım imtiyazlara ve desteklere sahip olmaları doğru bir uygulamadır. Dolayısıyla Cemevlerinin de bu uygulamanın dışında tutulmaması gerekmektedir.
Bilindiği gibi şehrimiz Erzurum’da sayıları azalmış olsa da Alevi vatandaşlarımız yaşamaktadır.
İbadetlerini nasıl yaptıklarını, iç dünyalarında neler yaşadıklarını, kendilerini ifade etmede nasıl zorluklar çektiklerini vicdan penceresinden baktığımızda ancak anlayabiliriz.
Alevi vatandaşların cenazelerinde büyük sorunlar yaşadıklarını bilmekte ve haklı şikâyetlerini hep duymaktayız.
Cemevleri olmayan bu vatandaşlarımızın cenazelerini cami musallalarına getirdiklerini hayatın akışı içerisinde defalarca görmüşüzdür.
Klasik uygulamaları yerine getiren hocanın cenazelerin başında “ Ey cemaat, bu kardeşimizin ehl-i sünnet vel cemaat olduğuna şahadet eder misiniz ?”diye sormasına karşılık cemaatin “Şahadet ederiz “ demeleri ve peşinden helallik vermeleri anlaşılabilir bir durum değildir. Böyle bir ortamda ister istemez kim kimden helallik almalı sorusu akla gelmektedir.
Dolayısıyla böyle bir cenazenin kalkacağı yer, kendi inanç sistemlerinin yaşandığı mekânlarda olmalıdır ve lâik devlet anlayışı bu ihtiyacı yerine getirmek zorundadır.
Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. Mehmet Sekmen’in Alevi vatandaşların bu ihtiyaçlarını fark edip Cemevi konusunda destek vermesi sevindirici bir gelişmedir ve temennimiz bu ibadethanenin bir an evvel bitirilip Alevi vatandaşların hizmetine sunulmasıdır.
Bu dünyaya kendi isteği ile gelmeyen insanoğlu, doğarken kan grubunu kendi belirlemediği gibi ırkını, rengini, dinini ve mezhebini de seçme hakkına sahip değildir.
Bu yüzdendir ki her yeni doğan, dünyaya geldiği ortamın kültürü ve inanç sistemi ile şekillenir, nadir de olsa ilerleyen yaşlarda kendi özgür iradesiyle inançları konusunda tercihler yapabilir.
Hatırlanacağı üzere, ülkemizde politikalar Sünni- İslâm üzerinde yürütülür ve Diyanet İşleri Başkanlığı’da faaliyetlerini bu anlayış üzerinden sürdürür.
Oysa, Anadolu coğrafyasında yaşayan 84 milyon insanın hepsi Sünni - İslâm görüşünde olmayıp bu büyük nüfusun içerisinde Alevi, Şii, Süryani, Hristiyan, Yahudi, gibi farklı inançlara sahip vatandaşlarımız yaşamaktadır.
Bu farklı zenginlik karşısında insanların din, dil, ırk konusunda kendilerini özgürce ifade etmeleri ve insanlık ortak paydasında birleşmeleri arzu edilen bir tablodur. İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’in farklı din mensuplarına ibadetleri konusunda vermiş olduğu özgürlük teminatı, insanlık tarihinin yüz akı uygulamalarından biri olarak hafızalarda yer etmiştir
Kimsenin inancı, ırkı ve renginden dolayı kınanmadığı, ötekileştirilmediği ve her inanca saygı gösterildiği bir dünya kurduğumuz takdirde insanlık adına büyük bir zafer kazanacağımız kesindir.
Böyle bir dünya kurulur mu, bilmem ama en azından kendi coğrafyamızda, kendi kültür mirasımızın zenginlikleri içerisinden yollar bulup Ahmet Yesevi’nin, Hacı Bektaş Veli’nin, Yunus Emre’nin hayat felsefeleri üzerinde yürüyüp, kardeşçe ve ön yargısız yaşayabiliriz.
Kâinatın aynasıyım
Mademki ben bir insanım
Hakk’ın varlık deryasıyım
Mademki ben bir insanım
İnsan Hak’ta Hak insanda
Arıyorsan bak insanda
Hiç eksiklik yok insanda
Mademki ben bir insanım
İlim bende kelâm bende
Nice nice alem bende
Yazar levhî kalem bende
Mademki ben bir insanım
Bunca temenni dilekler
Vız gelir çark-ı felekler
Bana eğilsin melekler
Mademki ben bir insanım
Tevrat'ı yazabilirim
İncil'i dizebilirim
Kur’an'ı sezebilirim
Mademki ben bir insanım
Enel Hakk’ım ismim ile
Hakk’a erdim cismim ile
Benziyorum resmim ile
Mademki ben bir insanım
Daimi'yim harap benim
Ayaklarda türap benim
Aşıklara şarap benim
Mademki ben bir insanım
Aşık İsmail Daimi.