Bir kitaptan not ettiğim bu hikâyeciği, münasebet düştü geçen gün bir arkadaşıma anlattım.
"Benim için ikinci baskı oldu, daha önce de bir yazında kullanmıştın bunu" diye gülümsedi.
"et-tekraru ahsen" dedim.
Sonra, buldum o yazıyı. Bir kere daha paylaşmama izin ve tahammülünüz var mı?
*
Anlatıyor yazar: Montana’da balığa gittiğimde bana rehberlik yapan balıkçı, nehre doğru bakarak “Ne görüyorsun, söyle” dedi.
Çok güzel bir nehir ve suyun yüzeyinden yansıyan güneşi gördüğümü söyledim.
“Hiç balık görüyor musun?” diye sordu.
Göremiyorum, dedim.
Bunun üzerine rehberim bana polarize camlı bir gözlük uzattı. “tak şunu” dedi.
Bir anda her şey inanılmaz şekilde değişik görünmeye başladı.
Nehre baktığımda suyun içini görebildiğimi fark ettim.
Ve balıkları görüyordum… Bir sürü balık!
Müthiş heyecanlanmıştım.
Aniden, önümde daha önce hiç görmediğim bir dünyanın kapılarının açıldığını hissettim.
Aslında o balıklar hep oradaydı, ama ben bu gözlüğü takana kadar görüş alanımın dışında kalmışlardı.
*
Öyküyü okuduğumun ertesi günü evden çıkarken içimden bir ses kulağıma fısıldadı:
‘Gözlüğünü takmayı unutma!’
Hiç itirazsız taktım ‘polarize farkındalık gözlüğü’ nü. Bir de kulaklık ekledim üşenmeyip.
Her zaman geçtiğim yollardan geçtim.
Her zamanki kalabalıklara karıştım.
O da ne?
Bana günaydın diyen kapıcının yüzündeki gülümseme ne kadar sıcak, samimi ve içten…
Hemen aynı saatlerde çıktığımız için her sabah karşılaştığım üst komşum bugün niye sevecen bakıyor bana?
Hal hatır soruşunda sanki ilave bir incelik, daha fazla bir zarafet var!
İşyerinde herkes bugün ‘düzünden kalkmış.’ Güvenlikçinin duruşu daha bir güven veriyor, çaycının ilk çayı sanki Erzurum’da semaverde demlenmiş.
‘Hayırdır, bayram mı seyran mı, nedir bu hal’ diye içimden geçirdim.
Sabah bana ‘gözlüğünü unutma’ diyen ses cevap verdi.
‘Gözlüğüne sahip ol!’
*
Telefonda ‘Ah nerede eski dostluklar, dost mu kaldı bu zamanda… Herkes birbirinin kuyusunu kazıyor. Herkes sabahtan akşama kadar ‘kardeşinin ölü etiyle karnını doyuruyor’ diye dert yanan dostuma ‘polarize farkındalık gözlüğü’ nü tavsiye ettim.
‘Aman varsa hemen tak, yoksa hemen al’ dedim.
Birkaç gün sonra aradı, nefes nefese anlattı: ‘Meğer hayat nehrinde eski dostlar, kırmızı pullu alabalıklar gibi kulaç atıp duruyormuş da benim haberim yokmuş. Gözlüğü takar takmaz gördüm hepsini… Bakamayan, göremeyen, fark edemeyen benmişim.
Aradım, uğradım, el sıkıştım hepsiyle.’
*
Aslında var oldukları halde görüş alanımız dışında kalan ne kadar çok şey var.
Öykü bunu bir kere daha fark ettirdi bana.
Gözlüksüz göremediğimiz nice güzellikler, nice farklılıklar, nice incelikler…
Farkları fark etmek, derine nüfuz edebilmek ne güzel... Kabuğun içini, duvarın ardını, deryanın derinliklerini görebilmek ne büyük marifet.
Bize kadim medeniyetimizden miras kalan nice 'mana, irfan, edep, adap, feraset gözlükleri' sandıklarımızda saklıyken... Nedir bu boş bakışlar! Hoş bakışlar ola dostlar, hoş bakışlar ola!