Dünyayı Kendi Rengimize Boyamayalım!

Niçin daha nazik, daha saygılı, daha çok seven taraf olmuyoruz; sır burada!

Dünyaya tek gelip tek gittiğimiz doğru! Dünyada tek kalmamak ise biraz da kendi elimizde!

Akraba, hısım, arkadaş, ahbap yumağından oluşan dost kümesi oluşturmak hiçbir yere onlarsız gitmemek, hepsini ayrı ayrı merak etmek; onları hasta yatağında başında hissetmek; ne kadar güzel!

İnsanları sevmek ne kadar güzel!

İnsanları ırklarından, din ve mezheplerinden ve hele hele siyasi görüşlerinden sıyırıp insan olarak görmek ne kadar güzel!

Kimseyi ötelememek ne kadar güzel!

Herkesin kendi fikri vardır, kimilerinin fikri dikte fikridir; ithaldir, başkasına aittir ama ne yapalım; dostumuz kullanırsa; ona aittir; dinleriz!

Dinlemek hem nezaket, hem gerçekleri değerlendirmekteki en uygun yol, iletişimin yüzde yetmişi, anlaşmanın yüzde doksanı!

Gerçekçilik ise hayatın özündeki büyük patron; realizm! Kopmak demek doğruyu değerlendirememenin garantili yolu! O yüzden ilime, bilgiye, istatistiklere, reel bilgi adamlarına arka dönmeyelim! Kimse dünyanın düşmanı değil; değil ama zarar verebilir!

Herkesin hatası şu mudur; öğrenmek için soruyorum; cidden? Herkes kendi ideolojisi, ait olduğu siyasi akım, cemaat veya kendisine ait bir fikrin vermiş olduğu motivasyonla dünyayı kendi rengine boyamak ideali!

İşte bu tartışılmalıdır; herkes kendi renginde dünyayı tahayyül etse; milyonlarca harika gökkuşağı rengi oluşur; seyrine, tadına doyulmaz! Herkes fırça alıp ait olduğu fikri eyleme dökerek dünyayı boyamaya kalkması ise kaos, düşmanlıklar, küslükler, taraflar yaratır! Bu istenmeyecek bir durumdur elbette!

Nefislerimiz kabarık, arzularımız geme gelmiyor, hırslar gözümüzü karartıyor, ağzımızdan çıkanları kulaklarımız duymuyor! Hep haklıyız, herkesle aramızdaki tartışmaların hâkimi, savcısı, avukatı kendimiz oluyoruz; niçin?

Niçin kulaçlarımızı açarak her gözümüzü diktiğimizi kucaklayarak içimize sığdırmak istiyoruz?

Niçin insanları fikirlerinden dolayı öteliyor, küsüyor, kendi fikrimize getirmek; fikrimizde eritmek istiyoruz?

Niçin yanında olup elini tutmamız gerekenlerden uzağız, niçin?

Niçin daha nazik, daha saygılı, daha çok seven taraf olmuyoruz; sır burada!

Başkasının acısı yüreğimizi yakan bir millettik; şimdi yürekler niçin ayrı çarpıyor, nedendir düşeni düştüğü yerde bırakıyoruz?

Kadınlar, kocalara, kocalar kadınlara, çocuklar ebeveynlerine, ebeveynler çocuklarına, akraba akrabaya, hısım hısıma, komşu komşuya niye uzak, niye sorumluluklarını almıyor, görevlerini niye yapmıyor; insanlarda niçin “ben / ego” zirvede?

Huysuz aslanlar diye bir belgesel izlemiştim; niçin “huysuz insanlar” diye bir program yapılmıyor, cesaretimiz mi yok!

Dost biriktirelim; bu insana inanın dünyanın maddi servetinden çok çok çok yüksekte bir değer ve motivasyon kazandırıyor!

Bir dostum öldüğünde, her insan öldüğünde biraz biraz ölüyorum, her giden benden biraz götürüyor! (Galiba buna benzer bir şiir vardı)