Tarihler 1857 yılını gösterdiğinde Mehmet Şükrü Erzurumlu Ayabakan ailesinden Kolağası Mustafa ile Muhsine'nin hanımın tek çocuğu olarak dünyaya geldi. Doğumundan 2 yıl sonra meşhur Erzurum depremi olmuş, şehrin % 75' i yıkılmıştı. Mehmet Şükrü işte bu şartlar altında büyümeye çalışmış, öğrenimine sıbyan mektebinde başlamış, sonrasında Esat Paşa Yokuşunda yeni açılan rüştiyeye giderek öğrenimini devam ettirdi.
Bu yıllarda Erzurum sıkıntılı günler geçirmekte, Ruslar ise Kafkasya'ya yerleşmek ve Erzurum'u ele geçirmek arzusundaydılar. Şehirde doğru düzenli eğitim kurumu yoktu, medreseler eski ihtişamından uzaktı. Zaten 1869 yılında açılan "Mülk-i Rüştiye Mektebi"nin dışında şehirde Müslüman ahaliye ait başka okulda yoktu. Aile onu rüştiyeye yazdırdı. Rüştiyedeki Hocası Mustafa Yetim Efendi idi(Yetim Hoca). Rüştiyede Arapça ve Farsça öğrendi. 1872-73 yılında Erzurum Askeri idadisi açılınca Mehmet Şükrü rüştiyeden sonra buraya yazıldı.
1877-1878 Osmanlı - Rus savaşı başlayınca hükümet tedbir olsun diye "Askeri İdadiyi" Erzincan'a taşıyarak okulun faaliyetinin sürdürülmesi sağlandı. Mehmet Şükrü'de böylece Erzincan'a gitti. 1879 yılında Topçu Teğmen olarak mezun olan Mehmet Şükrü Eğitimi sırasında matematik alanındaki başarısı ile dikkat çekmişti. Bu nedenle Almanya'ya öğrenime gönderildi. Dört seneden fazla "Potsdam Garnizonu'nda" eğitim gördü. 1880 senesinde üsteğmenliğe, 1883'te kıdemli yüzbaşılığa terfi etti.
İstanbul'a döndükten sonra birçok kurumda askerî talim ve terbiye öğretmenliklerinde bulundu. 1887'de rütbesi binbaşılığa yükseltildi. Süvari Korgenerali İmrahor Manastırlı Nuri Paşa'nın kızı Zafer Rabia Hanım ile evlendi. Bu evlilikten dünyaya gelen dokuz çocuğundan üç kızı ve bir oğlu olgunluk çağına kadar yaşamış, yedi torunu olmuştu.
Arapça, Almanca, İngilizce ve Fransızca lisanlarını iyi bilen Şükrü Paşa, çeşitli askeri görevlerinin yanı sıra Harbiye ve Darüşşafaka'da matematik ve balistik öğretmenliklerinde bulundu. Onlarca talebe yetiştirdi. Talebeleri içinde en ünlülerinden birisi matematikçi Salih Zeki idi.
1888'de Kaymakamlığa, 1889'da Miralaylığa terfi etti. 36 yaşına geldiğinde 1893'te Mirlivalığa yükseldi. Birinci Ferikliğe kadar geçen sürede askerliğini Edirne'de geçirdi. 1905 yılında Selanik'e gönderilen paşa aşırı disiplin merakından dolayı "Deli Şükrü Paşa" olarak anılmaya başlandı. Rütbesi 1908 yılında Müşirliğe yükseltildi, fakat II. Meşrutiyetin ilanından sonra rütbesi Ferikliğe indirildi. Bundan sonra "Redif Müfettişliği" ve "Çanakkale Boğazı Muhafızlığı" görevlerinde bulundu. I. Balkan Savaşı başlayınca "Edirne Müstahkem Mevkii Komutanlığına" atandı.
24 Eylül 1912 tarihinde Osmanlı Sofya Elçiliğinin İstanbul'a gönderdiği uyarı telgrafı yaklaşan tehlikeyi bildiriyordu: "Bulgarların ilk amacı Osmanlı'nın güçsüz Kırklareli tümenidir. Edirne'ye ise baskın taarruzu düşünüyorlar. Edirne müstahkem mevkii takviye edilmeli, vatani hizmet süresi dolan askerler terhis edilmemelidir."
Bunun üzerine Edirne müstahkem mevkii kumandanlığına getirilen Mehmed Şükrü Paşa, Edirne kuşatması başlamadan bir hafta önce kente gelebildi. Edirne'nin savunması görevi verilen Şükrü Paşa'ya şehrin kuşatılması halinde "50 gün" savunma emri verilmişti. Bu sürede ya Bulgar ordularının geriletileceği ya da İstanbul'dan destek gönderileceği öngörülmüştü. Ancak Mehmed Şükrü Paşa, kurmayları Kazım Karabekir, Remzi Yiğitgüden ve Fuat Bey ile Kahraman Askerleri ve Edirne halkıyla birlikte İstanbul'dan destek gelmemesine rağmen, Bulgar ve Sırp ordularının saldırılarına 5 ay 5 gün süreyle direnerek tarihe geçen bir savunma gerçekleştirdi.
Kuşatma uzadıkça şehirdeki gıda stokları azalıp tükenmeye başladı. Açlık, susuzluk dayanılmaz hale geldi. Süpürge tohumları pişirilerek dövülerek ekmek yapılıp yenildi. Daha ileri safhalarda insanlar ağaç kabukları yemek suretiyle hayatta kalmaya çalıştılar. Paşa, askerleri ve Edirne halkı direnmeye devam etti.
Bu kuşatma altında Mehmet Şükrü Paşa tarihe geçen şu vasiyetnamesini yanındakilere emretti. "Düşman Hatları geçtikten sonra ölürsem kendimi şehit kabul etmiyorum. Beni mezara koymayın. Etimi itler, kuşlar çeke çeke yesinler. Fakat müdafaa hattımız dağılmadan şehit olursam kefenim, lifim ve sabunum çantamdadır. Beni bu mahalde gömeceksiniz ve gelen nesiller üzerime bir abide dikeceklerdir."
Ancak İstanbul'dan vaat edilen yardımlar bir türlü ulaşmadı. Sonunda Şükrü Paşa; tarihi eserleri korumak, sivil halkın daha fazla zarar görmesini engellemek amacıyla şehrin teslimini kararlaştırdı.
26 Mart 1913 günü Bulgar Komutanlığına bir subay göndererek kalenin teslimini teklif etmek zorunda kaldı.
Teslim olan 28000 asker Sarayiçi'nde açık havada esir edilir. Günlerce aç, susuz, açıkta, güneş altında bırakılan askerlerden 20.000'den fazlası ölür. Gerek şehirde, gerekse askerlere karşı Bulgarların vahşi tutumu dünya basınına yansır. Yaşananlar tek kelimeyle faciadır.
Şehrin kahramanca savunulması Avrupa basınında büyük yer bulur. Kamuoyunda takdir uyandırır. Şükrü Paşa için eğitim gördüğü Almanya'da adına küçük çaplı anıtlar dikilir; Fransız milleti adına bir kılıç ve hayranları tarafından binlerce imza ile bezenmiş bir altın kitap hediye edilir.
Altı ay boyunca Sofya'da itibarlı bir esaret dönemi geçiren Şükrü Paşa, bu dönemi matematik ve topçuluk problemleri çözerek geçirdi. Hazırladığı bir kitabı Bulgar veliahdı Boris'e hediye etti.
Balkan Savaşı'nda tarihe geçen başarılarından sonra rütbesi tekrar Birinci Ferikliğe yükseltildi ve emekli edildi. Günlerini kütüphanesinde çalışmakla geçirdi. Edirne savunması sırasında yakalandığı siyatik hastalığının tedavisi için gittiği Bursa kaplıcalarında zatürreye yakalandı ve İstanbul'a dönüşünde evinde 5 Haziran 1916 günü hayatını yitirdi.
Naaşı, Müttefik kuvvetler komutanlarının katıldığı büyük bir askeri törenle İstanbul'da Merkezefendi Mezarlığı'nda toprağa verildi. Edirne halkının isteği ve ailesinin uygun görmesi üzerine mezarı 1998'de Edirne'de yapılan anıt-mezara nakledildi. Böylece vasiyeti 96 yıl sonra gerçekleşmiş oldu.
abdurahman hocam ,şukrü paşa nın ailesi özyapar ailesi olur hayatta kalan torunları var