Herhangi bir organında işlev yetersizliği bulunanlar, engelli olarak tanımlanıyor. Ülkemizde de çok sayıda engelli vatandaşımız var. Bunların ülkemizin nüfusuna oranı, yaklaşık yüzde on üç ve bu rakam, oldukça yüksek.
3 Aralık tarihi, Dünya Engelliler Günü olarak kabul edilmiş. Geçmiş yıllardan itibaren engellilerin daha rahat bir hayat yaşamaları için TBMM’de çeşitli kanunlar çıkarılmış. Bu kanun, kararname veya yönetmeliklerde engellileri topluma kazandırabilmek için çeşitli tedbirler alınmış. Sözgelimi her işyerinin, engelli veya engelliler istihdam etmesi, kanuni zorunluluk haline getirilmiş. Yerleşim birimlerinde yollar, kaldırımlar ve merdivenlerin, engellilerin istifade edebilecekleri şekilde yapılmasına dikkat çekilmiş. Toplu taşıma araçlarının engellilerin yaralanabilecekleri tarzda biçimlendirilmesi istenmiş. Eğitim kurumlarında engellilerin durumlarına göre tedbirlerin alınması, özel öğretim yöntemleri uygulanması mecburiyeti getirilmiş. Bunların büyük bölümü de uygulanmaktadır. Hatta aile içerisinde engelli varsa, devletimiz, hem bir geliri bulunmayan ve bakıma muhtaç olan engelliye ve hem de bunların bakımını yapan kişiye belli bir maaş da vermekte.
Bütün bunlar, sevindirici gelişmeler. Daha doğrusu olması gerekenler. Engelli vatandaşlarımızın hayat standartlarının geliştirilerek herhangi bir engeli bulunmayan vatandaşlarımızla aynı düzeye getirilmesi, Devletimizin vatandaşına karşı bir sorumluluğudur. Devletimizin, engelli kardeşlerimizin hayat şartlarını her yıl biraz daha iyileştirerek üzerine düşen sorumluluğunu yerine getirmekte olduğunu görmekten mutlu oluyoruz.
Engelli kardeşlerimizle ilgili çeşitli dernekler ve vakıflar var. Bu vakıf ve dernekler de mensuplarının durumunu üst makamlara bildirip haklarını arayarak sorumluluklarını yerine getiriyorlar.
Bütün bunlar iyi, hoş ama acaba herhangi bir engeli bulunmayanların, engelli vatandaşlarımıza karşı tutumlarını değiştirecek çalışmalar yapılıyor mu? Engelsizlerin kafalarındaki engelleri yok edebiliyor muyuz? Asıl mesele bu.
Unutmamak gerekir ki engelli olmak bir kusur değildir. Hayat, sürprizlerle doludur. Sağlık, en önemli nimettir ve değerinin bilinmesi gerekir. Ancak sağlıklı olmak ile sağlıksız olmak arasında ince bir çizgi vardır. Hepimiz her an sağlığımızı yitirebilir ve sapasağlamken engelli bir durumla yüz yüze gelebiliriz. Bu bakımdan öncelikle engellilerle empati kurmalıyız. Yani kendimizi onların yerine koyup onların durumunu anlamaya çalışmalıyız. Bunu yaptığımızda, “sana yapılmasını istemediğin şeyi, başkasına da yapmamalısın!” kuralı gereğince hareket etmeyi öğrenebiliriz.
Engelliler, engelsizlerden anlayışlı olmalarını bekliyor. Ama engeli bulunmayanlarda bu anlayışlılığı sağlamak için ne gibi çalışmalar yapılıyor? Kanaatimce engellilerden çok engelsizlerin eğitilmesi gerek. Çünkü engelsizlerin, engellilere karşı nasıl davranacaklarına ilişkin hiçbir bilgi ve eğitimleri yok. Engellilere yardımcı olmak isteyenler, nasıl yardımcı olacaklarını bilmedikleri için çoğunlukla baltayı taşa vuruyor ve zaten duygusal açıdan hassas olan engelli vatandaşlarımızın gönüllerini iyice kırabiliyorlar. Bu durum hepimiz için geçerli.
Öyleyse başta engellilerin aileleri olmak üzere bu durumda olanların toplumumuza nasıl kazandırılacaklarının çalışmaları yapılmalı ve en önemlisi engelsiz olanların engellilere nasıl davranmaları gerektiği herkese öğretilmelidir. Bunun için de sadece engelliler için değil, engelsizler için de rehabilitasyon merkezleri kurularak burada gönüllülük esasına dayalı eğitim çalışmaları yapılmalıdır. Engelsizleri eğiterek engelleri kaldırmanın yolları aranmalıdır. Böyle yapıldığı takdirde engelli vatandaşlarımızın önlerindeki engeller de kaldırılmış olacaktır.