ERZURUM SANAYİ MAHALLESİNDE HAYAT (1)
Türkiye'nin özellikle 1960 sonrası yaşamaya başladığı ve halen devam eden bir sorunu göçtür.
Önceleri binler, on binler, yüz binler derken günümüzde milyonların köyünü kentini bırakıp daha iyi bir hayat, kendine ve evlatlarına düzenli bir iş umuduyla yer değiştirdiler.
Ayrıca belalardan kaçtılar.
Ülkemizin en talihsiz vilayetlerinden biriside Erzurum oldu. Coğrafyası zordu, düşmanları çoktu, her önüne gelen Erzurum'u ele geçirmek istiyor, son iki yüz yıl içinde şehir dört defa işgale uğruyordu.
Her işgal öncesinde on binler köyünü, şehrini terk etmiş, Rus ve Ermeni zulmünden kaçmışlardı. "Göç, göç oldu, göçler yola dizildi" mısralarında şiire, aşıkların sazında ağıta dönüşmüştü.
Şehir 1918 yılında kurtuluyor uzun yıllar, açlık, yoksulluk ve çaresizlikle uğraşıyordu.
Nihayet 1939 sonrası özellikle "Karadeniz bölgesinden" şehir göç almaya başlıyordu. Artık iş tersine dönmüştü. Demir yolları şehri merkez yapmıştı. Derken 1960 sonrası artık köyler yetmez olmuş, yetişen gençler iş bulma umuduyla şehirlere akmaya başlamıştı.
Tam burada "Sanayi Mahallesinin" hikayesi başlamıştı. Devlet Sanayi mahallesinin en alt kısmında "Biriket Kömür Fabrikası" kurmuştu. Fabrikaya işçi lazımdı. Bu işçilerde köylerinden şehre yeni gelenler olmuştu.
Fabrikada üç vardiya çalışıyor ve kömür tozundan  "yumurta kömürü" üretiliyor kışın şehrin yakacak ihtiyacı karşılanıyordu.
Derken Fabrikanın etrafında gece kondular oluşmaya başlamıştı. Erzurum hızla göç alıyor ama şehir planlanması olmadığından gelenler barınma ihtiyacını gidermek için zabıta korkusundan dolayı bir gecede iki oda bir sofa yaparak yerleşiyordu. Arada zabıtalarla kavgada çıkmıyordu değil.
Sanayi mahallesi işte o günlerde böyle kuruldu. Oltu, Narman, Aşkale, Sarıkamış, Tekman, Tortum ilçe ve köylerinden hızlı bir göç alıyor 1975'lerden sonra büyük bir gecekondu bölgesi oluşuyordu.
Bunda üç şey etkili oluyordu. Birincisi "Biriket fabrikası", ikincisi Tortum yolu etrafındaki  "Tuğla ocakları", üçüncüsü yeni kurulan "Sanayi siteleriydi". Bu üç etkide işçi istihdam ediyordu. Bu nedenle işsizlik yok gibiydi. Çalışmak isteyen iş bulabiliyordu. Bu durum mahalleyi cazibe merkezi yapıyordu.
Köylerinden gelen saf, temiz Anadolu delikanlıları kısa sürede arkadaş oldular. Ancak onları bir tehlike bekliyordu. Sağ-sol ayrışmaları olanca hızıyla devam ediyordu. Bu zeki gençler ideolojik avcıların kurbanı olmaya adaylardı.
"Ülkücüler, Akıncılar, Mücadeleciler ve Solcular" artık gençler üzerinde etkilerini artırmak için faaliyete geçmişlerdi. Tabii o günlerde kavga daha çok yumruk ve değnekleydi. Konuşmak ise kimsenin aklına gelmiyordu. Tek teselli ölüm ve yaralanma ilgili kavgaların olmamasıydı.
Bu gençler, üç ana öbekte toplanmıştı. Ülkücüler; Abdurrahim Şerif Beygu ilkokulunun yanındaki Cafer Amcanın kahvehanesinde kendilerine merkez seçmişlerdi. Köksal Bey, Cafer Burucu Aslan Gözütok ve arkadaşları burada oturuyorlardı Şimdilerde Profesör olan Yunus beylerde işin teorisyenliğini yapıyordu. Gençlik olarak sahaya hakimdiler.
Kahvehanesinin yanında Cafer amcanın ayakkabı tamir dükkanı vardı. Kahvehane de ayrıca ülkücü hareketin mensuplarının çok okuduğu kitaplarda bulunmakta olup gençler okumaya meraklı idiler. Kendi aralarında seminerler düzenler o küçücük yaşlarda vatan kurtarmaya çalışırlardı.
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Gürhan Özorhan 2014-05-22 12:30:50

kim bilecek, kim duyacak, diye bir şarkıyı hatırlatınız hocam.kaleminiz daim olsun.selam ile.