Değirmenler; ne zaman ve nerde yapıldığıyla ilgili bilgi yok. Fakat insanoğlu; tarım toplumuna geçmesiyle birlikte tahılları keşfetmiş, onlarla karnını doyurmaya, açlığını gidermeye başlamış ve zamanla değişik teknikleri geliştirerek bugünkü modern un fabrikalarını kurmuşlardır.
Anadolu’nun köylerini gezerseniz küçük taşların içi yontularak boşaltılmış ve el dibeklerini görürsünüz. İçinde buğday, çavdar, arpa gibi yiyecekler dövülmüş, öğütülmüş ve pişirilerek yenmiştir.
Aradan asırlar geçmiş el dibeklerinin yerini, büyük dibek taşları almış, buğday, çavdar, arpa gibi tahıllar buralarda büyük tahtadan yapılmış bir nevi çekiç görevi yapan aletlerle dövülmüş ve insanlar tarafından tüketilmiştir.
Yıllar geçmiş büyük karataşlar daire halinde kesilmiş iki parçadan oluşan insan koluyla döndürülen el değirmenleri yapılmıştır. Yıllarca insanlar bu taşlar ile buğdayları öğütmüş ve karınlarını doyurmuşlardır. Yılar içinde bulgur, gendime bu yolla elde edilmiş, el değirmenleri kol gücüyle çalıştırılarak insanlara asırlarca hizmet etmiştir. Bugün tabii bulgur yemek istiyorsanız, köylülerin vaz geçemediği bu aletlerden çıkan tabii bulguru tercih edebilirsiniz.
İnsanlar çoğalmış, üretim artmış, ihtiyaçlar fazlalaşmış, un öğütmek için el değirmenleri ve kol gücü yetmez olmuş, insanlar yeni arayışlara girmiş ve suyla çalışan değirmenlerini bulmuşlardır.
Un değirmeni temel olarak su gücüyle çalışan ilkel makinedir diyebiliriz. Önce yeteri kadar su bulunup bir arka toplanır ve yüksekçe yerden akıtılarak enerji elde edilir. Ancak yüksekten akış gelişi güzel değil bir boru vasıtasıyla en az on, onbeş metre yüksekten 70 derece meyil verilerek tahtadan yapılmış çarklara düşürülür. Çark hızla dönmeye başlar. Yarıçapı en az 70-80 santimetre olan kara taştan yapılmış kıranklanabilen iki silindir taşın dönmesiyle oluşur. Taşlar su gücüyle dönmeye başlayınca oluktan akan buğdaylar taşlar arasında övütülerek un olarak oluktan akar ve un çuvallarına doldurularak evlere, ambarlara veya fabrikalara taşınır, tandırda veya fırında pişerek sofralarımızın vaz geçilmezi olan ekmek sofralarımızı süsler.
İşte bu özellikleri taşıyan değirmenler Erzurum’la özdeşleşmiş adını “kırk değirmenler” olarak büyüklerimizin hafızasına nakşetmiştir. Rivayet odur ki “Pir Ali Baba” bin bir hatimleri başlatmış okuyan hafızların geçimlerini sağlamak için gereken paranın bulunması içinde kırk değirmenleri yatırmıştır. İşte o gün bugündür Erzurum kırk değirmenlerle anılır olmuştur.
Kırk değirmenler, eski adı boğaz olan Palandökenlerin güney batısından başlayan sularla beslenmiştir. Boğaz bu gün yıldız kentin en sonundadır. Boğazdan başlayan değirmenler bu günkü “köşk aile çay bahçesine” kadar uzanır kadar uzanır, “Dere Mahallesi’ni” takip ederek, eski adıyla “Çaykara Deresi”, yeni adıyla “Çaykara Caddesi’ni” geçer, Kuşkay binasının altından kombinaya doğru uzanır, Dadaş Köyünün yolu üzerindeki “Belediye Mezbaha ne’nin” yerinde son değirmenle biterdi. Ayrıca Demirciler çarşısının alt kısmında iki değirmen vardı.
Bugün kırk değirmenlerin tamamını ve yerini tam bilmek maalesef mümkün değildir. Ancak bulabildiğim kadarıyla bunları anlatmaya çalışacağım.
Boğaz mevkiindeki ilk değirmen fabrikatör İbrahim Bey’e aitti. İbrahim Gezer 1927 un fabrikasının parçalarını Rusya’dan Trabzon’a, oradan at arabasıyla Erzurum’a getirerek un fabrikasını kurmuştur. 1955 yılında vefat edince oğlu Tahsin Gezer fabrikayı 1965’lere kadar işletmiş, sonra sökerek Trabzon Akçabat’a taşımıştır. İbrahim Bey’in ikinci değirmeni yeni yapılan Mareşal Çakmak hastanesinin olduğu yerdeydi. İbrahim Bey burayı 1932 yılında Baltacıoğularına satar. Baltacıoğulları ise burada aynı tarihlerde bir deri fabrikası kurarlar. Yine Baltacıoğuları 1963 yılında bu fabrikayı büyüterek ayakkabı fabrikasına çeviriler. Baltacılar, değirmeni 1932 yılında deri, 1962 yılında ayakkabı fabrikasına olarak işletir ve 1983 yılına kadar “DERSAN. TAŞ” adıyla çalıştırdılar.
Boğaz mevkisinde iki ayrı değirmen daha vardı. Değirmenlerden biri Muharrem ve Mehmet Katar kardeşlere diğeri de Hacı Şeref Katara aitti. Bu değirmenleri 1965-1975 yılları arasında Abdussamet Tataroğlu işletmiş ve elektrikli değirmenler çıkınca suyla çalışan değirmenler tarih olmuştu.
Dördüncü değirmen bugün balık çiftliği olarak hizmet veren yerde Tüzemen’lerin değirmeni idi. Burada değirmen taşları un öğütürken yanında bulunan dibek taşlarıyla da bulgur ve gendime yapımı için buğdaylar dövülüyordu.
Mareşal çakmak hastanesinden köşke doğru bostan tarlaları uzanıyor ve Kayakyoku çevresinde tuğla bacaları yükseliyor, yer altından fışkıran sular etrafı yeşillendirip bostanlarda nefis salatalıklar ve sebzelerin yetişmesine sebep oluyordu. Burada İbrahim Efendinin Baltacıoğlu’na sattığı değirmen vardı.
Boğazdan gelen değirmen suları Palandökenden gelen sularla Kara Nafizin bahçesinin olduğu yerde birleşiyor ve köşk bahçesine doğru şırıl şırıl yoluna devam ediyordu.
Altıncı değirmen Yenişehir çıkışında kavşaktan biraz aşağıda olan değirmendi. Bu değirmeni Köşk’ün içindeki değirmen takip ediyordu.
Yenişehir ile Yıldız kentin birleştiği yerde bugünkü askeri kışlanın olduğu yerde başka bir un değirmeni vardı.
SSK kavşağından, İsmet Paşa Caddesine inen dik yokuşun olduğu yerde ayrı bir değirmen, biraz aşağıda Dere Mahallesi’nde ayrı bir değirmen hizmet veriyordu. Değirmeninin biri bugünkü Elit dershanesinin karsısında arzı endam ediyor, tarihi Fil Köprüsü’nün üst kısmında Karakullukçulara ait "Karakullukçu" değirmeni bulunuyordu. Fil Geçti köprüsünün alt kısmında iki değirmen birbirini takip ediyordu.
Yakut Plaza’nın arakasında eski adı Çağlayan Mektebi yeni adı Kurtuluş İlkokulunun önünde, diğeri Numune hastanesinin acil çıkış kapısının olduğu yerde Cinci Hoca lakaplı Ahmet usta tarafından işletilirken biraz aşağıda Numune Hastanesinin çıkış kapısında Alacalı usta tarafından çalıştırılan değirmen vardı ki bunun gandarası yeşillik olup dönemin gençleri sağlık kolejinin ve hemşirecilik mektebinde okuyan yavuklularına türkü söylediği yerdi.
Gez Camiinin Çaykara tarafında Fabrikatör Abdurrahim Sini (namı diğer ayaklı kütüphane) un fabrikası (değirmen) çalışıyorken sonraları el değiştirerek Yalçın Beylere geçmişti. Bir diğeri mahrukatçılar sitesinin bulunduğu yerde un öğütmeye devam ediyordu.
Orman Bölge Müdürlüğünün giriş kapısının olduğu yerde bir değirmen, sonuncusu da mezbaha ne’nin olduğu yerden şehre asırlarca un öğüterek hizmetlerini devam ettiriyordu.
İşte kırk değirmenleriyle ilgili eksik bilgiler demeti. Eğer boğazdan ve Palandökenden gelen sular kirletilmeden akıntı yolları temiz tutulup kirli sular karıştırılmayıp etrafları ağaçlandırılıp etrafları ıslah edilip park ve bahçeye çevrilseydi müthiş bir güzellikle bugün yaşıyor olacaktı. Ne yazık ki koruyamadık ve kaybettik.
Değirmen taşları,dinkler ,su yardımı ile dönen çarklar, gandaralarıyla su boruları dursaydı şehre büyük bir güzellik katacaklardı.
Ümit ve temennim bu değirmenlerinin tamamının yerini ve sahiplerinin bulup Erzurum tarihine birileri not düşer.