ERZURUM'A KİM 'DOĞU'NUN PARİSİ' İSMİNİ VERDİ

Değerli dostlar bugün gelin hep birlikte tarihi “Toprak Tabyaların” izini sürelim ve geçmişi hayal edelim.
Sabah yürüyüşleri bazen kolay bazen zor. Nedeni düzgün yol olmadığından… Ancak yine sizlerle bugün bunu paylaşmak istedim.
Havuzbaşı veya orijinal adıyla “Cumhuriyet Meydanı’nda başladığım yürüyüşüme “Paşalar Caddesi” ile devam ediyor, Palandöken Devlet hastahanesinin(şimdilerde kapatıldı) önünden geçip batıya doğru yol alırken İmam Hatip Lisesinin önünden geçip 1973 yılında yapılan Ermenilerin yaptığı mezalimi simgeleyen anıta varıyorum.
Gökyüzüne uzanan “Aziziye, Mecidiye ve Hamidiye” tabyalarını sembolize eden sütunların önünde Dadaşların yalın kılıç düşmana hücumlarını gösteren anıt sessizliğiyle insanlara bir şeyler anlatırken 12 Şubattan 12 Mart 1918 yılında bir ay sürede şehrin muhtelif yerlerinde şehit edilen 13 binden fazla Müslüman Türkün acılarını hatırlatıp acıları yüreğimde hissediyorum.
Yürümeye devam ederken 2023 yılında yıkılan 0n katlı Subay Ordu Evinin yıkıntılarını içim yanarak seyredip “Yarımca Yolu Mezarlığını” geride bırakıp tarihi “İstanbulkapıya” varıyorum.. Burası batıdan gelenlerin şehre giriş, batıya gideceklerin çıkış kapısı. Kesme taştan yapılmış yaklaşık 150 yıllık. Kapı 2013 sonrası restore edilerek yıkıntılar ortadan kaldırılmak suretiyle güzel bir görünüm aldı.
3 Temmuz 1919 yılının zor günlerinde Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Erzurumluların sevgi gösterileri arasında bu kapıdan şehre girdiler.
Bunun öncesinde 12 Mart 1918 günü şehre giren müfrezenin başında bulunan Ahmet Somunoğlu şehrin yıkıntılarını görünce dizlerinin bağı kesilmiş yere çömelmiş dakikalarca ayağa kalkamamış Camii Kebir mahallesindeki(artık böyle bir mahallemiz yok) akrabalarını ve faciayı yaşamış hemşerilerini düşünmüş, gözlerinden yaşlar boşalmıştı.
Yürümeye devam ederek Kuşkay binasının arkasından demir yolu boyunca yürüyüp İstasyon binasına vardım. 1939 yılında yapılmış bina muhteşem, mağrur bir görünümle bana tarihi hatırlattı. Az ileride yıkıntılar içindeki cephaneliklerin olduğu yere geldiğimde bakımsızlık yüreğimi incitti. İçim alevlenirken “Kavakkapıya” doğru yürümeye başladım.
Toprak Mahsulleri Ofisine ait silolardan kenarından geçerek tarihi “Kavakkapıya” geldim. Moskova'dan, Artvin'den, Tortum'dan gelen yolcuların giriş yaptığı bu kapı ne yazık ki bakımsızlıktan taşları dökülmüş, etrafı düzensiz binalarla dolmuş, tarihsel yalnızlığa terk edilmişti. 1970'lerde Erzurumluların çok sevdiği Çöplük doktoru diye anılan Dr. Celal'in yaptırdığı ama açmaya muvaffak olamadığı özel hastane binası kapının girişte sol tarafındaydı.
Cumhuriyet Lisesine doğru yol alırken bir zamanların cirit sahasına gelmiş, 50 yıl öncesinde toprak tabyanın tepesinde oturup cirit müsabakalarını seyredip davul zurna eşliğinde tutulan barları seyrettiğim aklıma gelmişti. Dadaşlar tey, tey derken davulun sesi uzaklardan duyulduğunu hissettim.
Bugün yerinde Sağlık Meslek Lisesi ve Cumhuriyet Lisesi bulunana mekânların arasından “Top Dağına” doğru yönelip Halit Paşa Mahallesinin(bu mahallede artık yok) tenhalaşmış yollarından geçerek "Süt Nişan Tabyasına" ulaştım.
Burası bir zamanlar Erzurumlu kadınların mesire yeri ve “Süt Nişan Babanın” kabri de hastalara şifa aranan bir mekân olmuştu.
1918 yılında ve Öncesinde Rus savaşlarında şehit olan dadaşların mezarları ne yazık ki gecekondulaşma sonucu yok edilmiş, üzerlerine toprak damlı evler yapılmıştı. Geriye sadece Süt Nişan Baba mezarı kalmıştı.
Buradan yürüyerek Mecidiye tabyasına ulaşıp şehri “Top Dağı’ndan seyrettim. O yıllarda kahramanlık ve fedakârlık yapan dedelerimizin aziz ruhlarına Fatihalar gönderdim.
Buradan yeni yapılan yolu takip ederek tepeden askeriyenin içinde kalan toprak tabyaları görüp E- 24 karayoluna çıktım. Aslında bu yol açılmadan önce Toprak tabyalar batıya doğru uzanarak “Küçük Kiremitlik” tabyalarına kadar uzanıyordu.
Derken yolumuz Kars Kapı şehitliğine geldi. Uzaktan tarihi Kars Kapısını seyredip şehitlikte yatan şehitlerimizin başında Fatiha okurken Fosfor Mustafa Paşa, Tiflis'te Ermeniler tarafından şehit edilen Cemal Paşa, Ordu komutanlarından Hafız Hakkı Paşa'nın kabirleri başında soluklanmış, yüz yıl önce bu coğrafyada yaşanan acıları hatırlamış, gözlerimden boşalan yaşlar toprağa düşmüştü.
Yol güzergâhında hala varlıklarını devam ettiren topçu kulelerini fotoğrafladım. Asfaltı takip ederek “Araplar düzü’nü geçip Durak Sakarya köprüsüne varıyorum.
Köşk mahallesinin güneyinden eski Aziziye hastanesinin(2022 yılında yıkıldı) güneyinden geçerek Küçük Kiremitlik tabyasına çıkıp şehri tekrar seyrettim. Yok, olan tabyayı, 1946 yılında yapılan ahşap atlama kulesini, biraz aşağıda hala varlığını sürdüren tarihi kayak evini acı içinde seyredip yeni yapılan müftülük binasının yanından geçerek tarihi Harput kapısına ulaştım.
Harput kapısı Diyarbakır tarafından gelen yolculara kapılarını asırlarca açmış, sonrasında yıkılmış toprak altında kalmıştı.
Neyse ki bir bölümü su yüzüne çıkarılmış, koruma altına alınmıştı. Artık İmam hatip lisesinin bahçeleri görünmüştü. Yolum burada bitiyordu bitmesine ama bir bilgiyi de sizlerle paylaşma vakti gelmişti.
Hani bir zamanlar “Erzurum Doğunun Paris'i” unvanıyla anılırken bu deyimin gerçeğini de satırlarımın içinde belirtmiş olayım…
Almanlara karşı Paris'i savunan Fransızlar Paris etrafına toprak tabyaların bir benzerini yapmışlardı. İşte bu benzerlik Erzurum'a Doğunun Paris'i unvanını vermişti.
Bu ismi Kâzım Karabekir Paşa ilk kez kullanmıştı.
Böylece kilometrelerce yol yürümüş, "Devre-i Muttasıllayı" dolaşarak gerçek şehir sınırlarında tarihsel bir yolculuğa çıkmıştım.