Şehrimiz Erzurum, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, ülkemizin beş büyük şehrinden biri olarak kitabına aldığı ve “Erzurum Türk coğrafyasına 1945 metreden bakar. Şehrin macerası düşünülürse, bu yükseklik daima göz önünde tutulması gereken bir şey olur” (Tanpınar, Beş Şehir, Dergah Yayınları, 6. Baskı, İstanbul, 1979, s. 209) dediği ve bu yüksek konumundan dolayı da “kartal yuvası” (ayı eser, aynı yer) diye nitelediği çok önemli bir serhat şehrimizdir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın üç defa farklı zamanlarda geldiği ve üstelik de işgal, milli mücadele ve zelzele gibi felaketlerden, 2. Dünya Savaşı’nın kıtlık yıllarından çıkmasına rağmen öneminden hiçbir şey kaybetmediği için bu büyük kitaba alınmaya hak kazanmış bir ulu şehirdir.
Tanpınar o yılların Erzurum’unu anlatırken asaletinden, kültür zenginliğinden, görgülülüğünden bahsetmesinin yanında fakirleşmeye yüz tutmasından, yaz aylarındaki tozundan, kışın donduran soğuğundan, kışla ilgili hazırlıklardan ve bazı ufak tefek problemlerinden de bahseder. Ama Erzurum’da bir hava kirliliğinden söz etmez. Demek ki o yıllarda Erzurum’un havası temizmiş ve kirlilik mevcut değilmiş.
Benim çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda da Erzurum’un hava kirliliği problemi yoktu. Sözünü ettiğim yıllar, altmışlı ve yetmişli yıllar. O yıllarda Erzurum’da pelit odunu ile kok kömürü yakılırdı. Çam, meşe, humar gibi odunlar da satılırdı ama en makbul ve dayanıklı olanı pelit idi. Kok kömürü, çok asil bir yakacaktı. Sobada nar gibi olur ve evi adeta hamama çevirirdi. Kok kömürünün tozu bile kıymetliydi ve sobayı uyutmak için ıslatılıp çamur hale getirilip akşam dokuz gibi nar gibi yanan kok ateşinin üzerine dökülüp ortasına da hava alması için bir oyuk açılır ve bu haliyle soba uyutma moduna getirilmiş olurdu ki soba sabaha kadar engâh bir şekilde yansın ve evdekiler o dondurucu soğuklarda üşümesin.
O yıllarda radyodan sürekli Ankara’daki hava kirliliğiyle ilgili haberler verilirdi. Sonra televizyonlarda Ankara’nın bu hava kirliliği gösterilip de göz gözü görmez halini görünce ne bir nimet içinde olduğumuzu anlar ve hava kirliliği de neymiş diye birbirimize sorardık. Yetmişli yılların sonuna geldiğimizde, Erzurum’a kok kömürünün gönderilmesinde bir sıkıntı oldu. Zaten karneyle aldığımız kömürün önce fiyatı çok yükseltildi ve sadece parası çok olanlar alsın mantığına gidildi. Kazancı bol olanlar yine kok kömürü aldı ama kıt kanaat geçinenler artık bu kıymetli kömürü alamaz hale gelince Erzurum, linyit kömürüyle tanıştı. Ülkemizin değişik yerlerinden kalori değeri düşük linyit kömürleri gelmeye ve sobalarda yakılmaya başladı. Aynı yıllarda bu linyitlerin tozunun sıkıştırılarak yumurta biçimine getirildiği biriket kömürü de piyasaya çıktı. İşte böylece Erzurum, hava kirliliğiyle tanışmış oldu.
Seksenli yıllarda da yine kok kömürü pahalı olarak gelmeye devam etti. O yıllarda Erzurum’un mahalle sistemi de yavaş yavaş değişip, kooperatifleşme sistemi başladı ve şehir, o zamana kadar sadece üniversite ve bazı kamu binalarında ve lojmanlarında bulunan kaloriferle de tanıştı. İşte bu tanışma kirlilik oranını giderek yükseltmeye başladı. Çünkü kalorifer ateşliklerinde kalitelisi az ama kalitesizi çok olan linyit yakılıyordu. Kışı ucuza kapatalım diye kalorisi düşük kalitesiz linyitlerin kol gezdiği bir şehir haline döndük. Ankara’da yaşayanların hava kirliliğinden neler çektiklerini o zaman daha iyi anlamaya başladık. Fakat haberlerde sadece Ankara’nın hava kirliliğinden söz edilip Erzurum’daki kirlilikten hiç söz edilmediğine de tanık olduk.
Aradan geçen zaman içinde nasıl önlemler alındı ise Ankara’daki hava kirliliğine çözüm bulundu ve artık bir sorun olmaktan çıktı. Fakat Erzurum’da giderek artan hava kirliliği, bir sorun olarak bile görülmedi.
Doksanlı yıllar, Erzurum’daki hava kirliliğinin had safhaya çıktığı yıllar oldu. Ama herhangi bir önlemden söz edeni de görmedik. Akşam saatlerinde artık evimize kapanıp dışarıya çıkmamayı tercih etmeye başladık. Bir ara ben ağzımı ve burnumu maskeyle örtüp üzerine de atkı sararak dolaştım. Çünkü boğazımda faranjitim vardı. Bronşiti, faranjiti olanların dışarıya çıkamayacağı bir ortam. Kalitesi kömürler yakılmaya devam ediyor ve aldırış eden de bulunmuyordu.
İki binli yıllara geldiğimizde doğal gazdan söz edilmeye başlandı. Nihayet 2005 yılında şehrimize doğalgaz verilmeye başladı. Hatlar döşendi. Giderek kullananların sayısı artacak diye bekledik. Kirlilik en geç bir iki yıl içerisinde bitecek diye ümitlendik. Fakat heyhat insanlar, doğalgaza çevirttikleri kalorifer kazanlarını tekrar kömüre çevirtmeye başladılar. Sebep, doğalgazın pahalı oluşu dediler.
Kirlilik hiç azalmadı. Giderek de artıyor. Sebep, devletimizin ihtiyaç sahiplerine bedelsiz dağıttığı kalitesiz, kalorisi düşük kömür kullanımı giderek artıyor.
O zaman bir çözüm arayışına gitmek gerekmiyor mu? Kalitesiz bedava kömür dağıtmak yerine, doğalgaz fiyatını aşağı çekip kullanımını özendirmek daha iyi değil mi?
Evinde doğalgaz yakan çoğu insan, kullanmadığı odalardaki kaloriferlerini kapatıp sadece oturduğu odasındakini açıyormuş. Böylece alt ve üst kattakiler de sıkıntıya giriyor. Onlar çok yaksalar da evleri ısınamıyor.
Devletimizin yaptığı doğalgaz antlaşmalarında kullanamadığının da parası ödeniyormuş. Depolanamadığı için de bir şekilde bu gaz boş yere yakılarak sıkıntı olması önleniyormuş. Öyle duydum. Söyleyenlerin yalancısıyım. Mademki böyle bir boşa yakma söz konusudur, bunu boşa yakacağınıza Erzurum gibi soğuk illerimize daha ucuz verilse ve herkes doğalgaz tüketimine özendirilse daha iyi olmaz mı? Yahut KDV’si veya başka tür vergileri düşürülse…
Yabancı uyruklu bir öğrencim, geçen gün yarım yamalak Türkçesiyle bana şöyle diyordu: “Hocam, burada yaşayanlara iki misli maaş verilmeli, yakıt da bedava olmalı! Bizim oralar çok sıcak olduğundan elektrik bedava. Çok klima yakıyoruz.” Hiçbir şey diyemedim. Aklın yolu bir. Bedava istemiyoruz. Kışın soğuk yerlere ucuz doğalgaz, yazın sıcak yerlere ucuz elektrik verilsin diyorum. Bırakın dışarı çıkabilmeyi, bütün pencere ve kapılarını izole etmeme rağmen artık evimizin içinde bile akşam saatlerinde ağzımızı burnumuzu kapatarak oturuyoruz. Bütün solunum sistemimiz iflas etti.
Bu feryadımızı duyun lütfen ve doğalgazı ucuzlatın ki herkes bir an önce bu sisteme geçsin. Evinin bir odasında yakanlar, her odada yakabilsin. Bedava kömür yerine ucuz doğalgaz verilsin.
Önümüzde bir seçim var. Kazanacak olan kim olursa olsun, yapması gereken ilk icraat, Erzurum’u bu hava kirliliğinden kurtarmak olmalıdır.
Erzurum’un soğuğunu değiştiremeyiz. Çünkü burası, A. H. Tanpınar’ın ifadesiyle 1945 metredeki kartal yuvasıdır. Kış gelince soğuk olacaktır. Yani Erzurum için soğuk, değiştirilemeyecek bir özdür. Hava kirliliği ise sonradan olan bir araz, yani geçici bir niteliktir. Asıl olanı değiştiremeyeceğimize göre, niteliği değiştirmemiz gerekir. Bu da ancak ve ancak kaliteli yakacakla yani doğalgaz kullanımının artırılmasıyla olur.
Şehrimizin yöneticilerinden istirhamım, bu gidişe dur diyecek tedbir ve çareleri araştırıp, gerekli görüşmeleri yapıp doğalgaz kullanımını artırmanın yollarını aramalarıdır. Bakın adeta feryat ediyorum. Lütfen Erzurum’u hava kirliliğinden kurtarın!