Herkesin aynı şeyi düşünmesini, aynı eylemde bulunmasını beklemek kelimenin tam manasıyla çılgınlık olur. Hoşumuza gitsin ya da gitmesin, bize ne kadar az benzerse benzesin, herkesin bir birey olduğunu kabullenip ona hak ettiği değeri vermeliyiz. Bu, bizim kendimizden ödün verdiğimiz anlamına da asla gelmez.
Farklılıklarımızdan korkmadan, birbirimizi değiştirmeye kalkmadan, insanca ve beraber yaşamak neden bu kadar zor? Ya da hiç böyle yaşamayı denedik mi? Korkarım hayır! Hep kıyısından döndük, hedefi hep ıskaladık çünkü yeteri kadar istekli olmadık hiçbir zaman. Bir taraftan Atalarımızın hoşgörüsüyle övündük, göğsümüz kabardı diğer taraftan da farklılıkları bir tehdit olarak algılamaktan hiç vazgeçemedik…
Evet farklıyız ama siyahla beyaz kadar değil. Düşmanlık duyacak kadar birbirimize, hiç değil. Demek ki hala umut var. Hala birbirimizi anlamak için çaba sarf edebiliriz. Emin olun bunun için daha az güç harcamış oluruz aksi daha fazla yormuyor mu, yıpratmıyor mu, tüketmiyor mu bizi? Birbirimize tahammül etmeyi becerebilirsek, farklılıklarımızın aslında birer zenginlik olduğunu da görmüş oluruz. Bunun için ihtiyacımız olan tek şey ön yargılarımızdan kurtulmak. Ancak ön yargılarımızdan kurtulursak büyük düşünebiliriz. Ve şunu da hatırlatmakta fayda var: herkes büyük düşünemez!
Güzel ülkemin bütün renklerini çok seviyorum ben. Kırmızısını da, beyazını da, yeşilini de çok seviyorum. Kırmızıyı yeşile, yeşili beyaza dönüştürmenin hiçbir faydası olmaz bize. Böyle yaparsak bütün asilliğini, bütün güzelliğini kaybeder renklerimiz, hem ortaya yeni çıkan renkler de hiç bir şeye benzemez… Renklerin birbirine karıştığı, solduğu bir ülkede kazanan tek bir renk olur: siyah…