Halil Cibran’dan; anne kız rüyalarında bir köprünün başında buluşmuşlar. Anne kızı için; hele şükür, “hele şükür düşmanım, sen benim hayatımın harabelerinden inşa ettin kendini, öldürebilirim seni” dedi. Kız ise; “ah nefret dolu kadın, bencil ve yaşlı! Kendim ve benliğim arasında dikilmiş engel! Keşke ölmüş olsan! Ve horoz öttü, iki kadın uyandı. Anne nazikçe şöyle dedi, sen misin canım kızım? Ve kızı da dedi ki, “Evet canımın içi”!
Halil Cibran’dan bir daha; Tilki! Güneş doğarken etrafına baktı ve “bugün bir deve yemeliyim”. Bütün gün deve aramaya gitti, acıktı ve dedi ki” Bir fare kafidir”.
Çok para, mevki, hırsı olanlar, gücüne bakmadan Hasandağı’na oduna gidenler, imkansıza âşık olanlar gibi!
Jostein Gaarder’dan; (Sofie’nin Dünyası) adlı ölümsüz eseri! “…Sofie bir ormana gider. Orada bir kibrit satan kız vardı. Ormanda bir sürü olan parasını sayan bir adama rastlar. Bir kibrit alır mısınız efendim diye sorar. Adam kibritçi kıza sert bir dille kızar. Kafamı karıştırdın para sayıyorum git buradan diye bağırır. Sonunda kibritçi kız bir kibrit çakar ve ormanı yakar.
Birisinde bir kibritlik ağaç, birisinde bir orman olursa; dengeler bozuk demektir. Eskiden bunu yazsak; komünist derlerdi(!) Bu alıntı bölüm acımasız kapitalizmi anlatıyor! (Ben öyle düşünüyorum, belki de öyle değildir.)
Roger Garaudy’den: “Biri yaşlı öteki genç iki papaz yola çıkmışlar. Yürürken bir akarsuyu karşıya geçmeğe çalışan genç ve güzel bir kadın görmüşler. Kadın suyu geçemiyormuş. Genç olan papaz kadını kucağına almış, karşı kıyıya bırakmış ve yollarına devam etmişler. Yaşlı olan papaz genç olana, senin yaptığın çok yanlış, o kadına dokunman haramdı gibi bir sürü şeyler söylemiş. Akşama doğru bir yere oturmuş yemek yerlerken yaşlı olan papaz gene kadını kucağına almasının çok yanlış olduğunu söylemiş. Bunun üzerine genç olan papaz, “peder, demiş, ben kadını kucağıma aldım karşı kıyıya bıraktım, görüyorum ki sen hala kadını kucağından bırakamamışsın!
Charles Dickens’ten: (İki Şehrin Hikayesi) “Her gün kokuşmuş zindanlardan ölüme insanlar gidiyordu taş sokaklardan ve giyotin hâlâ doymamıştı, giyotin kana hâlâ öylesine açtı”. “"Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi hem bilgelik çağıydı hem ahmaklık hem inancın devriydi hem şüpheciliğin hem aydınlık hem karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu..." (Kitap 1775-1792 arası totaliter dönemi anlatır, Fransız Devrimi’ne kadar bu dönem sürer!)
Love Story Filmi’nden; (Ali Mac Graw, Ryan O’Neal/ 1970) Filmin son sahnesi: Oliver Barret (Ryan O’Neal), elini kaldırır ve buğulu gözlerle babasına “Aşk hiçbir zaman pişmanlık duymamaktır” der!