Adrese dayalı nüfus sayımının sonuçlanmasından sonra herkes konuyla ilgili bir şeyler söyledi. Elbette söylenenlerin doğruluk payı vardı. Şehir nüfusu 11.800 kişi azalmış , göç olanca hızıyla devam ediyor. Bir dönemler 13 milletvekili çıkaran ilimizin milletvekili sayısı 6'ya düşmüş, böyle giderse Büyükşehir unvanını kaybeder. Durum böyle olunca tenkit edenler, taraf olup olayı doğru bulanlar, kendi bakış açılarından olayları izah edenler elbette olacaktır.
Türkiye’nin problemleri olduğu gibi, Erzurum’unda problemleri vardı ve var olacaktır. Çünkü problem hayatın belirtisidir. Önemli olan problemleri çözmek için ortaya konulacak çaba, iyiniyet ve bilimsel verilerden yararlanmadır. Tolumsal olarak en büyük eksikliğimiz bilimsel verileri oluşturmamak veya olanları da kullanmamaktır. Bu açıdan problemlere bakarsak çözülmeyecek işimizin olmadığını anlarız.
Erzurumlu vatandaşa işiniz var mı diye sorduğunuzda, hani bir söyle bin ah işit misali, ağzını açar, gözünü yumar ne varsa sayıp döker. Fakat aynı şahıs bir yetkili karşısına çıkınca, olanca gücüyle ona methiye düzer. Çok çok iyi olduğunu beyan eder. Konuşmalar karşısında küçük dilinizi yutarsınız. Sanki biraz önce dertlerini sayan o değilmiş gibi.
Dikkat ettiniz mi Erzurum da küresel gelişmeye uygun olarak kurulan işletmeler var mı? Sermayelerini birleştirip, işletmeler kuran, onları örnek haline getiren kaç müteşebbisimiz var? Erzurum ölçeğinde, Doğu Anadolu ölçeğinde kaç işletmemiz var? Bunların olmayışını hiç sorguluyor muyuz?
Soru sormak akıl işidir. Mantık gerektirir. Dünyayı takip etmeyi daha ötesi okumayı akletmeyi, tefekkür etmeyi gerektirir. Bu anlamda iğneyi önce kendimize batırarak olayları algılayalım. Göreceğizki mangalda kül bırakmayanların hali pür melaldir. Peki, şehir nasıl kalkınacak?
Erzurum’da hiç kolektif aklı kullanan gördünüz mü? Akil adamlar oluşturup şehrin problemlerine ortak çare arandığını, konuyla ilgili bir enstitü oluşturabildik mi? Atatürk Üniversitesi bünyesinde Erzurum ve yöresini araştırma enstitüsü kurularak, şehrin gelişmesine, sanatına, ekonomisine, kültürüne kaynaklık yapılamazımı? Madem bilim insanlık tarihinin en büyük hazinelerinden biri, neden onu baş tacı yapmayalım?
“Problemi çözemeyenler, problemin parçası olur” prensibi gereği yığılan problemleri ortak akılla çözebiliriz. İlk yapılması gereken iş; şu "hasetlik duygusunu" yüreğimizden söküp atmaktır. Madem benim değil, yok olsun anlayışını terk etmemiz lazım. Yıllardan beri vaazlar, söz söyleyenler hasetliğin kötü olduğunu anlatır dururlar. Peki, neden hasetliğimiz devam eder. Bunun kaynaklarını iyi analiz etmeliyiz.
Hainlik duygusu içimizi kanatıyor. Bir birimizin malında, mülkünde gözümüz var. Her ne kadar yok desek de bu gerçeği ortadan kaldıramayız. Hani Hz. Musa kıssasını anlatır dururuz. “Melek gelir kimsesiz bir şahsa: Komşun için ne dilersen Allah sona onun yarısını verecek.” Şahıs tereddüt etmeden “Allah benim bir gözümü alsın” der. Melek tekrar sorar neden, adam “ çünkü onun iki gözünü alacak da ondan”der. Bu yanlış mantık bizim içimizde değilmi! ne olur herkes kendini şöyle bir sorgulasın. O zaman Erzurum’un neden geri kaldığını, nüfusun azaldığını anlarız herhalde.
Yıllardan beri şunu söyleriz. Neden marka siyasilerimiz yok? Erzurum da bir kişi siyasette başa geçince bütün gücüyle rakiplerini yok etmeye çalışır. Bunu anlamak mümkün. Ama gerçekten kaliteli değerli bürokratları neden yanına almaz? Bunu anlamak zor. Bazen şöyle düşündüklerini hissediyorum. Bir bürokrat başarılı olursa bir sonraki seçimde rakibim olur anlayışı ne kadar sığ, insanı üzüyor. Hâlbuki "başarılı her insan şehrimiz için, ülkemiz için bir kazançtır". Olaya bu açıdan bakmak lazım değil mi?
Erzurum’a başarılı insanlar gelip yerleşirse bundan hangimiz zarar görürüz? Keşke Şehrin mahalli yöneticileri, şehirden seçilip giden tüm siyasilerimiz bu şehirde yatırım yapsalardı, evlerini taşımasalardı, bugünkü manzara farklı olurdu.
Hele birde dedikodu mekanizması işlemese çok iyi olacak. Çünkü dedikodu yapmaktan iş yapmaya çalışsaydık şehir ekonomik, sosyal ve siyasal kayıplara uğramazdı.
Çekememezlik başka bir problemimiz. Birinin biraz malı olsa hemen nereden buldun sorgulamasına, ardından delilsiz suçlamaya başlarız. Adamın idam fermanını hemen imzalarız. Bu durum ne insanlığa nede Dadaşlığa sığar.
Bütün bunlardan kurtulmak için öze dönmeliyiz. Kendimize gelmeliyiz. Aksi halde kalkınma şehrimiz için hayal olur. Çünkü; "Nasıl yaşarsanız, öyle inanırsınız” mesajının anlamını anlamamış oluruz. Bütün muhafazakârlığımıza rağmen gerçek böyledir.
Çaresi bu davranışları terk etmektir.Özelde evrenseli yakalamaktır.