Editör
08 Nisan 2013 Pazartesi 17:11
Oysaki hayat sandığımızdan daha zordur ve bu yüzden manevi anlamıyla da çok daha fazla ciddiye almak gerekir!
Üstelik sadece kendi hayatımızı değil, başkalarının hayatlarını da çok fazla ciddiye almalıyız!
Ana-babamızın, çocuklarımızın, eşlerimizin, kardeşlerimizin, akrabalarımızın, yoksul insanlarımızın hayatları gibi!
Başkaları derken kendi en yakınlarımızın hayatlarından başlayarak daha uzak insanlara kadar geniş bir çerçevede düşünmek istiyorum!
Gençlik kuş gibi; yuvada tutmak mümkün olmuyor, bir bakıyorsunuz uçmuş! Dün bile diyemiyorsunuz; taa eskiden veya gençliğimizde diye söz ediyorsunuz; hayal meyal aklınıza bazı silik resimler geliyor.
Birçok hadise ise hafıza deposunda silinmiş, dört arkadaş aynı masanın etrafında oturduğunuzda birisi hatırlıyor, diğer ikisi hatırlamıyor!
Ortak olarak unutulmayan şeyler, yenen kazıklar ve yaraları!
Bir atasözüne göre “tecrübe” yenen kazıkların bileşkesi!
Yaşlı olmadan asıl yenilen kazığın ne anlama geldiğini bilemezsiniz; elbette!
Bu yaştaki tecrübe artık; acı bir tecrübedir!
Gençlik bir şekilde geçiyor!
İş arama, iş bulma ve daha sonra evlenmek sıkıntıları başlıyor!
Sonra çocuklarınız olduğunda genelde hayatınızda iki şey olmuş oluyor; iş ve çocuklar!
Sonra ebeveynler ve sonra da kendi canınızın derdine düşüyorsunuz!
Yaşlılık hayatın en zor bölümü, tartışmasız!
Yaşlıya bakmak da, yaşlı olmak da zor!
Hayatı belki de o zaman daha iyi kavrayabiliyorsunuz!
Ondan önce hayat sanki sizin değil de başkasının hayatı gibi geliyor çoğu zaman!
Yaşlılık kapıyı çalınca; merteğe vuran kafa benim kafammış misali!
İbn-i Haldun’a göre; yerleşik hayat yaşayanlarda (hadarilik) hayatta kazandıkça kazanma, yükseldikçe yükselmek isteği daha fazla insanları hırslandırıyor. Göçebe (bedevilik) de ise hayat düz ve tek amaç hadariliğe ulaşmak.
Bedeviliğin amacı hadarilik olsa bile; bedevilik de aile içi-dışı ilişkiler daha sıcak, daha sağlam daha sosyal ve daha fazla insanlarla yardımlaşmak geleneği mevcut, bir hayat tarzı olmuş!
Yaşlı bedevilikte baş tacı!
Kazandıkça kazanma isteği, dünyaya meyil, devleşen dizginlenemeyen, artık kendiyle bile yarışmaya başlayan egomuz, yaşlıları yalnız bir hayata mahkûm ediyor!
Ya evlerinde yalnız, ya huzurevlerinde, kimsesiz!
Süslenmiş taş duvarlar ve aysberg kadar soğuk dev huzur evleri kimin umurunda!
Yaşlılar da değil sadece; ayda birkaç bin lira kazanan ve bu ekonomiye göre zengin sayılan insanların çocukları da yoksul, kimsesiz, ele âlemin umudunda, elin merhametinde! Bakıcıda, kreşte!
Ana- baba ortada yok; en azından çocukları için ortalarda yoklar; çalışıyorlar; işleri var, sadece işleri!
Su içtikçe kanmayan, aksine susuzluğu artan bir asır; bu asır!
Menfaat gözümüzü kör etmiş!
Göremiyoruz; baktıkça körlüğümüz artıyor!
Nereden gelirse gelsin para; kimden olursa olsun; mansıp!
Ne hak, ne adalet, ne devlet, ne vatan, ne istikbal, ne mukaddesat ve mukaddesler!
Ve ne de Allah’ın sana mukaddes emanetleri; ana-baba, yaşlı, hasta, yoksul, çocuk, bebe ve hayatınız!
Son emaneti; can!
Azrail göğse çökmeden uyanmak marifet; gerisi boş!
Çocuklar ana-babanın parasıyla doğrudan ilgililer, yaşlılıklarında; sağlığıyla gerçekten ilgilenen ise çok az!
Sağlığında sahip olmayanların, ölüsü daha yerdeyken, ya da kefeni kurumadan, hatta daha hayattayken, çocukların para hesabı ne çirkin!
Ne kötü!
Yaşlıyı kendi hayatıyla baş başa bırakmak manevi ve sosyal bir yara!
İlahi adalet dünyada tecelli ediyor; ahrete kalan bakiyesi ise ne acı!
Cebrail A.S.’ın bir hutbe esnasında Peygamberimize gelip “Ana babasının sağlığına yetişip de onlara bakmayanın yüzü yerde sürünsün” bedduasına ömründe beddua etmemiş Hazreti Peygamber (SAV); “Âmin” diyor!
Eflatun, “Zengin çömlekçi, kötü çömlekçidir”der!
Son Güncelleme: 08.04.2013 17:12