Halk devrimi diye okuduk

Suriye’de yaşananlar için birileri, “ayaklanma” diye yazdı… Biz de olup bitenleri:

Halk devrimi diye okuduk

Baba Esad, dünyaya gelmiş geçmiş en acımasız katil diktatörlerden biriydi.

1971 yılında, darbe ile ele geçirdiği iktidarı, 2000 yılına kadar sürdürdü.

Tam 29 yıl kan akıttı, halkına zulmetti, ülkesini cehenneme çevirdi.

Bugün başına on milyon dolar ödül konulan devrik ve firari başkan Beşar Esad, babasını asla aratmadı.

Fazlası vardı, noksanı yoktu!

Babasından devraldığı katillik mirasını, diktatörlüğünün teminatı kıldı.

Her Baas rejimi mensubu gibi baba-oğul Esad’lar da katıksız Türk ve Türkiye düşmanıydılar.

Öyle ki…

Sırf Türkiye’ye zarar versin darbe vursun diye, uzun yıllar PKK’ya ve PKK’nın katil elebaşlarına kucak açtı, yataklık yaptı.

Coğrafyanın garip cilvesi midir yoksa kader…

Türkiye’nin komşuları içerisinde en uzun kara sınırı Suriye ile…

Neredeyse bin kilometre…

Ve…

İki halk arasında kan bağı, inanç ortaklığı ve kültür birliği var.

Ortadoğu’da meşhur bir söz vardır:

“Suriye’siz savaş, Mısır’sız barış olmaz.”

İki hafta bile sürmeden Suriye’de öyle şeyler yaşandı, öyle gelişmeler oldu ki…

Bu söz de artık anlamını yitirdi.

Çünkü: Şam yönetimi savaşsız düştü; Mısır’ın bu halk devriminde zerre dahili yok.

Suriye halkı, kendi mukadderatı ve istiklali için ölümü göze aldı, böylelikle zafere ulaştı.

Tam tersi bir manzara çok daha mümkün gözüküyordu.

Beşar Esad, geçmişte olduğu gibi Rus ve Acem müttefiklerinin yardımıyla yeniden yüz binlerce kişiyi katledip, belki bir on milyon kişiyi de vatanından sürebilirdi.

Pek çok ülkede, ayaklanmanın sonunda beklenen tam da buydu…

Allah, Esad’ın da ortaklarının da hesaplarını tersyüz etti.

Ortadoğu’da yahut da başka coğrafyalarda şimdi tüm diktatörleri müthiş bir panik ve korku kuşattı.

“Ya benzeri de bizde olursa.”

Olacak elbet, hem de öyle uzak olmayan bir gelecekte…

Nasıl ki yazarın dediği gibi cellatları da asarlarsa, günü geldiğinde en zalim diktatörler de yerle yeksan olacak.

Amerikalıya, “Gazze de Gazze halkı da zerre umurumda değil” diyen, adının önünde “Müslüman” yazan kral naibi o alçak, eminim ki şimdi başını yastığa koyduğunda kabuslar görüyordur.

“Sıra bana mı geliyor?”

Suriye halkı ezber bozdu, sözde büyük stratejileri taca çıkardı.

Bu yüzdendir ki…

Bu zafer…

Ülkesinin bekası için kefen giyip cepheye koşanların eseridir.

Bu zafer…

Sırtını emperyalistlere dayamayan bağımsızlık yanlısı yiğit insanların destanıdır.

Yani bizim hiç mi hiç yabancısı olmadığımız bir şekli haldir…

Korkunun eseri olmaktan kurtulduğunuz an, Halep nerede olursa olsun arşın sizdedir.

Humus gözünüzün önünde, Şam da avuçlarınızın içindedir.

Zaferler, yalnızca ölümü yenmiş kimselerin ulaşacağı bir menzildir.

Siyonist katiller şaşkın, emperyalist kan emiciler şokta…

Birbirlerine sorup duruyorlar:

“Suriye’de ne oldu böyle?”

Tayyip Bey, yıllardır haykırıp duruyor:

“Dünya beşten büyük” diye…

Bu tespitin, bir slogandan ibaret olduğunu savunanlar acaba Suriye’ye bakıp ne düşünüyorlar?

Amerika izliyor, Rusya izliyor, İngiltere ve Fransa izliyor…

Türkiye ise, ödediği ağır bedellere rağmen asla duruşunu bozmadı.

Sabırla, suhuletle bugünün geleceğini bekledi. Çünkü biliyordu ki, bugün er ya da geç gelecek…

Tarih örnekleriyle dolu:

Zulümle abat olanın ahiri berbat olur.

Ortadoğu’da cin şişeden çıktı.

Ve buna rağmen bazılarının…

Bıçak vursan kanları akmaz. Kim mi onlar?

Tabii ki, PKK ve uzantıları…

Tabii ki, PKK muhipleri…

Tabii ki, bu meselede Türkiye’nin doğru politika izlemesinden rahatsız olanlar…

Tabii ki, içimizdeki Esad seviciler…

Rejim yıkıldı, zulüm surları çöktü, Esad ve katiller kaçtı diye hemen her şey Suriye için tozpembe değil.

Çetin ve amansız bir süreç bundan sonrası için…

Suriye halkını ağır bir imtihan ve ipotek altına alınmamış bir temiz akıl bekliyor.

Batı’nın oyununa gelip birbirlerine silah çekmemeleri adına teyakkuzda olmak zorundalar.

Hele de Amerika’nın hele de İran’ın…

İşte bu noktada Türkiye, bir kez daha tarihi bir görev üstlenecek ve Suriye halkını muhtemel tehlikelere karşı uyaracaktır.

Çünkü: Suriye toprakları için hayal kuranlar, dünden beri erketeye yattılar!

“Şurası senin, burası benim olsun.”

Türkiye’nin eli de pancar doğrasın. Öyle mi?

At, bu kez hakikaten terli. Yemiyor işte…

Suriye, Suriye halkınındır.

Geleceklerini onlar inşa edecek, Türkiye de hep yanlarında duracak.

61 yıldır süren bir zulüm dönemi, fetret yılları nihayet buldu.

Hangi vatanperver bir Suriyeli yeni esaret, tekrar tahakküm ve başka bir abluka ister ki?

O zaman adama sormazlar mı nasıl şen olsun Halep şehri…

Vaktiyle Halep’e gitmiş ve de çok sevmiştim; sıcak, samimi ve özgündü…

Başınızı nereye çevirirseniz çeviren Halep, “ben kadim bir şehrim” diyordu.

Değil mi ki…

Beş bin yıllık bir mazisi var.

Halep…

Sanki de Antep’ti, Hataydı, Urfa’ydı.

Erzurum’dan bile izler vardı hem de ziyadesiyle…

Şimdi vuslat vakti…

Halep’in malikleri, Halep’in zalimlerini kovdu işte…

Heykeller yıkıldı, mazlumların esaretine son verildi.

Şen olasın Halep şehri…

Merhum Mehmed Akif ne güzel özetlemiş dünü ve bugünü:

"Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez."

Suriye halkı Batı’nın oyununa gelmez ise şayet, hiçbir top yarınlarını dövemez.

Bu katil Beşar göz doktoruydu, eğitiminin bir bölümünü Londra’da tamamladı.

Babası geberince mecburen Şam’a dönmüştü.

İnsan sormadan edemiyor:

Göz nere, kancıklar gibi kaçmak nere?

Gözü gerçek anlamda bir sefer bile tanımış olsaydı eğer, bugün böyle fare gibi saklanacak delik aramazdı.

Zira gözler yalan söylemiyor…