HASRET NE ZOR ŞEY...

Hasret ne zor şey... Göğsünün kafesini zorlayan heyecan, damarlarında dolaşan özlem, usundan gitmeyen anılar... Dayanılası değil elbet... Dayanılası değil ama nasıl dayanılıyor hasrete? Nasıl gözlerinden sızıyor uzakların kokusu? Nasıl bulutların şeklinde, kelebeğin uçuşunda, yağmurun yağışında buram buram özlenilen kokuyor? Zor elbet... İçini kanata kanata aldığın nefesler, geceleri uyutmayan düşler, türkülerde gezinen ezgiler, şiirlerde saklı gizler zor elbet...
Insan dayanıyor elbet, dediğim gibi... Yaşlana yaşlana, ağlaya ağlaya, sabrede sabrede, hazan mevsimi gibi de olsa dayanıyor elbet. Çünkü gaye vuslattır... Bir düştür, bir umuttur gaye... Çünkü gelecek olan mutluluk bir gün dahi olsa, bir ömür beklenilir. Çünkü ahde vefa, canana can fedadır...
Mecnun demek ne kolay... Çöle düşmek kimin harcı? Leyla'yı aramak sonsuz boşlukta, Leyla'yı sormak umutsuzlukta, kimin harcı? leyla'nın gönlüne hasret kalan mecnunun hasretini taşır, vuslatı bekleyen hasretler... Her vuslatın bir Leyla'sı, bir Şirin'i, bir Mihriban'ı vardır; bir ânı bir ömre değen... İşte o nedenle beklenir özlenen...
Hasret ne zor şey... Bir kuş konsa yeryüzüne, "onu görmüş müdür acaba?" diye, bir rüzgâr esse "Üşümüş müdür?" diye, bir çoçuk gülse "o da böyle gülerdi" diye, uykun bölünse "uyuyor mudur?" diye düşünülür. Bazen görünürde hiç bir şey yokkken, bazen su içerken, bazen parke taşlarına bakarken aklına düşer, bir şehre bomba düşer gibi... İçmeye çalıştığın çayı karıştırken, birden gülüşü yıldırım olur kalbinde... Hastanelerin hangi koridoruna baksan onu görürsün. Otogarın bütün peronlarında seni bekleyen o'dur. Tren garının her saatinde o iner trenden. Her durakta ona rastlarsın, her caddenin sonu ona çıkar, her çiçeğin sesinde onun gülüşü vardır... Denizleri kucaklasan, kalbinde yanan nârdır... Bu yaranın bir sahibi vardır...
Hasret ne zor şey... Zaman dilde duadır, gönül yolda turaptır... Konuşan dil değil; kıymetli, ebedi bir aşktır...