Hasret kimleredir?
İnsan hayatında önemli olan kimseler, mekân, zaman vardır.
Hatıra bırakan acı tatlı olaylar bu üçlü ayakta yaşanır.
Mesela benim rüyalarım Köseömerağa’da, Gürcü Kapı’dadır. Hep rüyalarımda buraları görürüm. Yaşadığım harika insanlarla elbette. Rüyalarımı anlattığımda yakınlarım bana daha oralardan çıkamadığımı söyleyerek, bir noktada sitem de ederler.
Harika insanları harika yapan neydi, diye sıklıkla da düşünürüm.
Komşunun komşuya varis olabileceğinden endişe eden Peygamberimin iltifatına nail olacak kadar güzel insanlar vardı da ondan diyebilirim.
Aşure ayı geldiğinde, okuldan döndüğümüzden mahalleden bir annemiz bizi eve alırdı, aşure ikram ederdi. Diğer zamanlarda yemek, yemek hazır değilse kavurma, peynir ya da yağla bal bize yedirirdi. Rahmetlik Anam merak etmezdi, çünkü kendi çocukları kadar bize sahip olabilecek, komşularımız vardı! Her ana aynıydı, komşusunun çocuğuna analık ederdi.
Evde pişen yemeğin kokusunun ulaşacağı yere kadar tadımlık yemek giderdi. Kavurma yapanlardan mahallede tatmayan kalmazdı.
Aşure dağıtmak, ramazanlarda fırınlarda yaptırılan kete ve çörekleri dağıtmak, evde pişenden komşuya pay dağıtmak önemli bir görevdi. Ayıp olur diye Anamdan çok duymuşumdur; gerçekten ayıptı, komşuya pay göndermemek.
O keteler, çörekler nasıl da mis gibi kokarlardı; katkı maddeleri yoktu o zamanlar.
Hastalıklarda ve cenazelerde ise bütün mahalle seferber olurdu. Keder, acı, elem paylaşılarak azalmasa da gene de elbet faydası olurdu. Korkunç olan; yalnızlık, acıya kendi başına katlanmak. Maalesef günümüz insanı bu noktada; yalnız, kimsesiz.
Gürcü Kapı da çok farklı değildi. Gençleri Camiye yönlendiren büyüklerimiz vardı. “Haydi, ağabey güzel bir abdest alalım da ikindiye gidelim” diyen, güzel amcalarımız vardı.
Övünmek için yazmıyorum; haşa, kendi dükkanımızda toptan sattığı malı “ süt parası” ona da lazım dediği bakkallardan perakende alan dedem; “Begi” vardı!
Bizim dükkânımız kuru gıdaların satıldığı Eski Hal’deydi. Yedi haftalar denen ekim, kasım ayları işler ve dolayısıyla çarşı oldukça hareketli olurdu.
Gölgesi ağır adamların, derinden hayat öğüdü olan felsefi ağırlıklı sözleri hala kulaklarımızdadır.
Nereye giderseniz gidin; saygı ve nezaket hep ön planda yer alırdı. Büyükler büyük, küçükler küçük gibiydiler. Şimdi nerede o gençler, nerde o saygın gölgesi ağır, öğüdü derin anlam içeren amcalar, gitmişler maalesef!
Onun için arıyoruz belki eskiyi; belki rüyalarım bunun için eski mekanlarda ve insanlarda..
Kapitalizm daha hayatımızda yoktu, henüz yerleşmemişti.
Satılan gıdaların tümü çakma değil, gerçekten organikti.
Gıdaların GDO’ suyla oynandı! Mısır şurubu ABD dayatmasıyla hayatımıza girdikten sonra bize ne olduysa oldu. İnsanlarımız değişti, çocuklarımız, torunlarımız, geleceğimiz diye baktıklarımız değiştiler.
İnsanın normal yapısı bozuldu. Kanser, kalp ve şeker hastalıklarının tavan yapması yanında, insan, aile, komşu, ilişkilerimiz bozuldular.
Rüyalarımızı muhafaza edebilsek bari!
Erzurum’da çok kullanılan eskiye ve eski insana hasret kokan cümle vardır; “o göğsü kıllı herifler, beyaz atlara bindi gittiler”.
Ama gurbete, ama ahrete!
“Beşikten ötesi gurbet” der ya Cemil Meriç; aynen öyle!
Eşikten ötesi ise hasret!