Osmanlı Devleti için “Hasta Adam” sözünü ilk defa 1853’ün 9 Ocak’ında, Petrograd’daki kışlık sarayda kullanan Rus Çarı I. Nikola’dır. Çar daha sonra Kırım harbinde öldü. Rusya da çarlık 1917’de Bolşevik ihtilaliyle kaldırıldı. Çar ve ailesi öldürüldü.
Bu söz diplomasi tarihinde sıkça kullanıldı. Avrupa kamuoyu bu söze inandırıldı. Sadece Avrupa kamuoyu değil bizim kamuoyumuzda buna inanmaya başladı.
Hasta olmadığı halde hastalığınıza inanmanız kötü bir hastalıktır. Eğer bir insan ya da bir millet bu düşünceye düşerse kendine olan güvenini yitirir. Yıllar yılı hepimiz koro halinde; ‘Bu millet adam olmaz demedik mi?’ Dedik ve bu yalanımıza da inandık.
Bu durumumuzu bilgin insan Celal Nuri (daha sonra İleri soyadını aldı) 1923 yılında “Taç Giyen Millet” adıyla kaleme aldığı eserinin önsözünde “Hasta olan kimdir?” sorusuna cevap arar, hatasını itiraf eder:
“Şu inkılabımıza gelinceye kadar milletimizin seciyesini teşhis edememiştik. Ecnebi ve yerli bütün kalem erbabına bu kusurumuzu itiraf etmeliyiz. Rusya çarlarından biri, bizden bahsederken ‘Hasta Adam’ demişti. Bu hasta kimdi? Türk milleti mi? yoksa Osmanlı saltanatı mı? İşte birçokları, milletimiz ile saltanatı karşılaştırdıklarından yanlış muhakemeler yürütüldü.”
Çanakkale ve milli mücadele destanında görüldü ki, hasta olan Türk milleti değil, “Ve iyice anladık ki, filhakika bir ‘Hasta Adam’ varmış. O marazi de akıbet, vefat etti. Ölen saltanat-ı Osmaniye’dir. Türk milleti bu kötürüm mukadderatını teşrik ettikçe/ortak kıldıkça hasta adam gibi göründü. Lakin o hayatının enfas-ı ma’dudesini /insani hayatını ikmal eder etmez, Türk milleti semender gibi, ateşin içinde, taze hayat bularak bütün dünyayı hayran etti…
Türk’ün asıl feyz ve kerameti mazide değil, istikbaldedir; Mazi, şekilsiz bir uyku idi, ati ise mucizeler devridir.”
Millî mücadeleden sonra Batılı tarihçiler tarihimiz hakkında kalem oynattıklarında, eserler yazdıklarında “Bir Milletin Yeniden Doğuşu, ya da Yeniden Doğuş” adını vermektedirler. Evet Tarihte kurulan Türk devletlerine baktığımızda hanedanlar değişmiştir ancak millet değişmemiştir
Celal Nuri İleri’nin bu tespitine ben de şu eklemeyi yapmak istedim. Eğer ülkenin başında devlet adamı varsa millet o kahramanın yanında kenetlenerek bağımsızlığını koruyor. Tarihimiz buna şahittir.
Yine, elli yılı aşkın bir süredir ülkemizde gördüğüm ve yaşadığım siyasi, ekonomik ve ideolojik çalkantılara neden olanların başında siyasi kurumlar olmak üzere diğer kurumların çekişmeleri gelmektedir. Dün Osmanlı saltanatı vardı bugün de onun yerine gelen kurumlar.
Ne zaman ülkenin içerisine düşürüldüğü olumsuz durumlardan kurtarılması için çıkış yolu aranmaya kalkışılsa hemen millet hatırlanmakta, “Türk milleti” adına övgüler düzülmektedir.
15 Temmuz hain kalkışmasında yine milletin vicdanına, aklına ve tarihi tecrübesine sığınıldı. Ondan yardım istendi. Ve bu kahraman millet, devletin erkini elinde bulunduranların bile bile oy uğruna yaptıkları hataların sonucunda gerçekleştirilmek istenen kahpe planı bozdu.
Yine emperyalizme karşı Afrin harekâtı gösterdi ki, Türk milleti hasta değil, sağlıklı ve tarihi misyonunu yerine getirmektedir. Yeter ki, onun adına yetkiyi eline alanlar hasta olmasınlar yeter.
Bugünlerde Avrupa basınında yine ülkemiz hakkında “Hasta Adam” lafı dolaşmaktadır. Bu saçmalığa kargalar bile güler! “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye!”
Atatürk’ün milletimiz karakteri hakkında ileri sürdüğü görüşleri bir fantezi olarak değil gerçekler olarak okumanın zamanı geldi de geçmektedir. O, bu milletin karakterini ve kahramanlığını devletin sıcak bürosunda, masa başında, döner koltuklarda değil, can pazarında, cephede gördü ve değerlendirdi.
Şehitlerimize Yüce Allah’tan rahmet, ailelerine ve yüce milletimize başsağlığı, gazilerimize de acil şifalar dilerim.
Prof.Fındıkoğlu 1937'de Descartes kongresinde şöyle diyor:
Şuna inanmak gerekir ki, skolastiğin boyunduruğundan kurtulan Türkiye'de felsefi düşüncenin geleceği, Descartes metodolojisinin tam olarak kavranılmasına bağlıdır. Felsefi rönesansın şafağını yaşayan Türkiye, Nutkun (Yöntem Üzerine Konuşmalar) 300.yılının kutlanmasına özellikle sevinmektedir. Türkler Nutku okumaya, onu anlamaya çaba gösteriyorlar... Böylece, Auguste Comte'un "evrensel organik işbirliği özellikle Türklerden kaynaklanacaktır, çünkü onların, batıyla kaynaşmaya asil bir yetenekleri vardır" diyerek öne sürdüğü kehanet gerçekleşecektir.
Bugün yine kendimize ve çevremize bakalım. Skolastiğin boyunduruğundan kurtulmuş bir Türkiye'yi ne derece görmekteyiz sorusuna verilecek yanıtların içeriği nerede olduğumuzu gösterecektir.